HİTİTLERDE YERALTI DÜNYASI
M.Ö.
1650 yılında I.Hattušili’nin önderliğinde Hattuša (bugünkü Boğazköy) merkezli
bir devlet kuran Hititler sonraki yüzyıllar boyunca Ön Asya’nın büyük bölümüne
hâkim olmayı başarmışlardır. Siyasi ve askeri anlamdaki bu büyük başarılarının
yanı sıra uygarlık alanında da bir sentez oluşturmuşlardır. Özellikle de M.Ö.
2. bin yıl Anadolu’sunda yaşayan diğer halkların inanç ve geleneklerinden
etkilenmiş ve faydalanmışlardı. Bu halkların başında Güneydoğu Anadolu ve Kuzey
Suriye bölgesinde varlığını sürdürmüş olan eski halklardan Hurriler yer alıyordu.
Hurriler Hititlere yeni bir evren anlayışı bağışlamışlardır. Hitit metinlerinden
edindiğimiz bilgiye göre evren gökyüzü ve yeryüzü olarak düşünülmektedir. Yeryüzü yeraltı dünyasını da kapsamaktadır. Ele aldığımız konu
yeraltı dünyasıdır ve metinlerde genellikle “kirli” veya “karanlık/kara”
kavramıyla tanımlanmaktadır.
Yeraltı
dünyası aynı zamanda ölümün ve ölülerin diyarıdır. Fakat onunla bağlantı
kurmanın zorunlu olduğu durumlar da söz konusudur. Bunlar yeraltına
gönderilmesi gerektiği düşünülen “kirlilik” durumlarıdır. Böyle durumlarda yere
bir çukur kazılır ve yeraltıyla ilişkiye geçilir.
M.Ö.2.
binyıl başlarından itibaren Anadolu’da görülmeye başlayan ve M.Ö. 1650 yılında
I.Hattušili (M. Ö. 1650–1620) liderliğinde Hattuša (bugünkü Çorum ili sınırları
içindeki Boğazköy) merkezli bir devlet kuran Hititler söz konusu binyıl boyunca
Ön Asya’daki en etkili güçlerden biri olmuşlardır. Anadolu’nun yerli halkı
olmayan Hititler merkezi bir güç oluşturuncaya kadar Anadolu’da uzun süreli bir
egemenlik mücadelesi yaşarlar. Esasen I.Hattušili ilk kralları olmamasına rağmen
Hattuša şehrinde tahta oturan ilk kral olarak bilinmektedir. I.Hattušili’nin
icraatları Hitit Devleti’nin büyük bir imparatorluğa dönüşeceğinin ilk
sinyallerini verir. Anadolu’yu hâkimiyeti altına almasının yanı sıra o dönem
için jeopolitik açıdan en hassas ve önemli bölge olan Kuzey Suriye’ye oldukça
etkili askeri seferler gerçekleştirir. Halefleri de bazı kesintileri göz ardı
edersek onun askeri politikasının takipçisi olurlar (Hititlerin siyasi
tarihi hakkında Gurney, 1990, 16–32). Hititlerin en büyük krallarından biri
olan I. Šuppiluliuma (M.Ö.1380–1340) dönemine gelindiğinde Hititler artık
dönemin “süper gücü" Mısır’la rekabet edebilecek düzeye gelmişlerdir.
Hitit-Mısır gerginliği, takip eden yıllarda büyük bir savaşın patlak vermesine
neden olacak kadar artar ve sonunda M.Ö. 1285 yılında bugünkü Suriye-Lübnan sınırına
yakın bir bölgede yer alan Kadeş’te büyük bir meydan savaşı gerçekleşir.
Savaştan çok uzun bir süre sonra iki ülke arasında, şartları gümüş bir tablet
üzerine akdedilen bir anlaşma gerçekleşir. Söz konusu “Gümüş Antlaşması” Hitit
Kralı III. Hattušili (M.Ö.1275–1250) ve Mısır Firavunu II. Ramses arasında
karara bağlanmıştır. III. Hattušili’nin eşi Kraliçe Puduhepa’nın da bu
antlaşmaya mührünü bastığını özellikle belirtmek isteriz (Alp-Erkut, 2002).
Puduhepa kendisinden önceki pek çok Hitit kraliçesi gibi Hurrilidir.
Hurri
Ülkesi bugünkü Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Kuzey Suriye bölgesine
tekabül etmektedir. Hititlerin söz konusu bölgeyi ağırlık merkezi alarak
uyguladıkları strateji, iki halkı birbirine yakınlaştırmış, Hurri kültürü Hitit
uygarlığının önemli bir unsuru haline gelmiş ve Hurrili kadınlar Hitit sarayına
girmiştir.
Hitit-Mısır
Ebedi Barış Antlaşması’nı izleyen yıllarda Hitit Devleti varlığını korumayı
başarsa da III. Hattušili’den iki nesil sonra yıkılır. Özellikle M.Ö. 2.
binyılın ikinci yarısında Ön Asya’ya büyük ölçüde hâkim olmayı başarmış olan
Hititler uygarlık alanında da eski dünyanın mirasını benimseyerek ancak kendi
kimliklerini ön plana çıkararak önemli adımlar atmışlardır.
Eski
Yakındoğu’nun kültürlerini kendi bünyelerine aldıkları konusundaki en iyi örnek
Hitit dini inançlarındaki ve panteonundaki çeşitliliktir. Hitit dini ve evren
anlayışı konusu homojen bir nitelik arz etmemektedir. Hititlerin hem yerli
kültürlere ve inanışlara hem de topraklarına yeni kattıkları halkların kültür
ve inanışlarına saygı göstermeleri, uyguladıkları askeri ve idari politikanın
bir uzantısıdır. Bu politika kendilerinden önce Anadolu’da var olan yerel
prenslikleri egemenlik altına alarak bölgede merkezi bir güç oluşturmaktır.
Amaç bu olunca çok çeşitli kültür unsurları Hitit merkezi Hattuša’da yerini
almıştır.
Özellikle
Hurri bölgesine ait inançlar ve başka kültürel unsurlar hem Eski Hitit
döneminden beri Hurri bölgesiyle kurulmuş olan bağlar sayesinde hem de Hurrili
kraliçelerin de etkisiyle Hattuša’da kabul görmüştür. Çalışmamızın konusunu
oluşturan yeraltı dünyası inanışı da Hurri kültür ve dini ile çok yakından
ilgilidir.
Yeraltı Dünyası Kavramının Hitit Metinlerinde İfade
Edilişi
Hitit
metinlerinden yola çıkarak edindiğimiz bilgi, yeraltı dünyasının “karanlık”,
“kirli” gibi sıfatlarla tanımlandığı ve orada yaşayan tanrılara da “eski
tanrılar” veya “ikinci dereceden tanrılar” dendiğidir.
Hititçe
dankuiš
daganzipaš –veya
Sümerce GE6-iš KI-aš-, “karanlık yeryüzü”
ya da Türkçe konuşma diline daha yakın bir ifadeyle “kara toprak”, yeraltı
tanrılarının krallığını yansıtan ifadedir (Collins, 2002a, 224; Oettinger,
1990, 83).
Bununla
birlikte dankuiš
daganzipaš “kara
toprak” deyimi çok daha derin ve farklı anlamları da barındırmaktadır. Toprağa
“kara” denmesinin nedeni, onun rengini belirten bir sıfat olmaktan çok,
yeraltının karanlık ve kasvetli niteliğine vurgu yapmak içindir. Yeraltı,
karanlık ve kasvetli bir mekân olarak belirlenince orası sadece yeraltı tanrılarının
krallığı olarak kalmamakta, her türlü kötülük ve olumsuzluğun büyü yoluyla
sürgün edildiği bir ülke olmaktadır; ayrıca aşağıda ele alacağımız üzere
sıradan ölümlüler de orada yaşamaktadırlar.
N.
Oettinger, mevcut belgelerden yola çıkarak, Hititçe ve eski Yunanca edebi
metinlerde kullanılan “kara toprak” ifadesinin, Hititçeye ya da Hint-Avrupa
dillerine özgü bir deyim olmadığını, Eski Mezopotamya literatüründe de
kullanılmadığını göstererek tamamen Hurrilerin buluşu olduğunu ispatlar;
Hurriler aracılığıyla da Hititlere aynı zamanda güney Kilikya ve Fenike ile
deniz yoluyla ilişki kurmuş olan eski Yunanlılara M.Ö. 1. bin yılın başlarında
geçmiş, onların edebi metinlerinde kullanılmıştır (Oettinger, 1990, 83–85).
Eski
Yakındoğu halklarının hemen hepsinin inandığı, gökyüzü ve yeryüzünün daha
ötesinde yerin altında daha başka bir dünya olduğu fikri Ugarit’de (Bugünkü
Suriye sınırları içinde yer alan, Doğu Akdeniz kıyı şehri Lazkiye’nin 5 km.
içersinde Ras-Şamra höyüğü (Ras-Şamra höyüğü ve
höyükte yapılan kazıların tarihi ve höyüğün stratigrafisi hakkında Yon, 2006).
Ugarit şehri, tarihi varlığının son dönemleri olan yaklaşık M.Ö. 1300–1200
yıllarına ait çok sayıda çivi yazılı tablet bırakmıştır. Coğrafi konumu gereği
o dönemin Anadolu ve Mezopotamya uygarlıkları hakkında çok aydınlatıcı bilgiler
sunan bu tabletlere yazılan metinlerde, Sümerce, Akadça, Hurrice ya da Ugaritçe
olmak üzere dört çeşit dil kullanılmıştır (Ugarit’in
söz konusu dönemi için Kınal, 1975) bulunan
Hurrice-Sümerce sözlüğün girişinde şu şekilde ifade edilmiştir (Haas, 1976,
198, dn 4; Haas, 1995, 2021):
turi = KI = “aşağı”
ašhu = AN = “yukarı”
Bu
sözcükler bir alt-üst ilişkisi belirtmesi açısından Hititlerin dolayısıyla da
Hurrilerin yeraltı düşüncesi için önemli bir temel oluşturur.
Eski Mezopotamya’da Yeraltı Dünyası İnancı, Hititlere
Etkileri ve Farklılıklar
Yukarıda
sözü edilen sözlük aslında iki ayrı coğrafyaya ait halkların birbiriyle sıkı
ilişkisinin göstergesidir. Hititler ve Hurriler arasındaki yakın ilişkiyi göz
önünde bulundurarak Hititlerde yeraltı düşüncesinin pek çok konuda olduğu gibi
Eski Mezopotamya’ya ait unsurları da içindebarındırdığını
söyleyebiliriz.
Mevcut
edebi belgelerin ışığında Sümerler tarafından tasavvur edilen Eski
Mezopotamya’daki “Yeraltı Dünyası” inancı S. N. Kramer tarafından şu şekilde
tarif edilmektedir: “Yeraltı Dünyası genellikle devasa kozmik bir boşluk
olarak algılanmaktadır; bu boşluk yeryüzünün gökyüzünün altında olmasına benzer,
yeraltı da yeryüzünün altındadır. Yani üç katlı bir evren tasavvurunda
en alttaki katı oluşturmaktadır. Ölüler ya da en azından onların ruhları
mezardan sonra herhalde oraya inmektedir. Ölülerin bir kayıkçı tarafından
geçirildiği bir nehir olsa da, bu nehrin yeraltı ya da yeryüzü ile ilişkisi
hiçbir yerde belirtilmez. Yeraltında Ereşkigal’in, avlusunda oturduğu yedi
kapılı bir sarayı vardır, fakat yerinin tam olarak neresi olduğu belirsizdir.
Yeraltı Dünyası, özel mahiyetleriyle beraber Ereşkigal ve Nergal tarafından yönetilmektedir.
Bu mahiyetin içinde yedi Anunnaki, çeşitli şanssız gökyüzü tanrıları, galle olarak
bilinen güvenlikçilere benzer görevliler yer almaktadır. Galle’ler
dışında bunların hepsinin tıpkı gökyüzündeki tanrılar ve yeryüzündeki ölümlüler
gibi, yiyecek, giyecek, silahlar, çeşitli tipte kaplar, mücevherler ve benzeri
şeylere ihtiyaç duydukları görülmektedir. Ölülere, yaşarken olduğu gibi bir
hiyerarşi uygulanmaktadır; kuşkusuz en iyi “sandalyeler” ölü krallara ve
Gılgamış ve Ur-Nammu gibi kralların ölümlerinde özel kurbanların bakımından
sorumlu olan yüksek rahiplere ayrılmıştır. Genelde Yeraltı Dünyası karanlık ve
kasvetli olarak algılandığı halde, bunun yalnızca gün içinde böyle olduğu,
geceleri güneşin oraya ışık getirdiği ve ayın son on gününde ayla bağlantılı
olarak orasının aydınlık olduğu görülmektedir. Utu (Güneş Tanrısı) tarafından
yönetilen, Nanna (Ay Tanrısı) tarafından da kesin kararın alındığı bir ölü mahkemesi
vardır, eğer yargılama olumluysa, büyük olasılıkla ölü adamın ruhu mutluluk ve
memnuniyetle yaşayacaktır ve kalbindeki arzuların hepsini elde edecektir” (Kramer, 1960, 65).
Hititler,
yeraltı konusunda Eski Mezopotamyalıların yukarıda belirttiğimiz yeraltı
tasavvurlarına büyük ölçüde katılırlar; ancak önemli bir noktada Eski Mezopotamya’dan
ayrılmaktadırlar. Eski Mezopotamya’da krallar da diğer insanlar gibi hiyerarşi
orada da devam etmekle beraber ölünce yeraltına iner (Uruk kralı Gılgamış’ın yeraltı dünyasındaki yaşantısı ve
ondan sonra ölüp yeraltına inen Ur kralı Ur-Nammu’nun Gılgamış tarafından
yeraltı dünyasının kuralları ve düzeni konusunda eğitilmesi hakkında Kramer,
1960, 59–60, dn. 3 ve 4). Oysa Hitit kralları öldüklerinde gökyüzüne
çıkar ve diğer tanrılarla beraber orada otururlar; sıradan insanların “ruhları”
ise öldükten sonra karanlık yeraltına/kara toprağa gider. Bu kurgunun kaynağı,
Hitit krallarının öldükten sonra tanrı oldukları, büyük olasılıkla da Güneş
Tanrısı oldukları düşüncesi olmalıdır. Sağlıklarında Hitit krallarına DUTUŠI “Güneşim”
diye hitap edilmesi bu düşüncenin en güzel göstergesidir. (Güterbock, 1993).
Hitit
metinlerindeki yeraltı kavramı ile Eski Mezopotamya arasında başka bir ayrım,
evrenin algılanışı hakkındadır. Eski Mezopotamya’da evren gökyüzü, yeryüzü ve
yeraltı olmak üzere üç katmanlı olarak düşünüldüğü halde Hititler evreni daha
sade bir şekilde sadece gökyüzü ve yeryüzü olarak düşünmüşlerdir ki, buna göre
yeraltı dünyası yeryüzünün bir parçasıdır.
Hurri
kaynaklı bir yaratılış destanı olan Kumarbi Destanı (Güterbock, 1945) içinde bağımsız bir parça oluşturan
Ullikummi Şarkısı bu anlayışı açıkça gözler önüne serer. Şarkının içinde
yeryüzü ve gökyüzünün bakırdan bir bıçakla ikiye ayrılmış olan bir bütün
olduğundan söz edilmektedir (Güterbock, 1952,
29; Hoffner, 1990, 59; Otten-Siegelova, 1970, 38).
Hitit-Hurri tanrı-tanrıça inançlarının iç içe
geçmişliğinin bir simgesi olan ve Çorum-Boğazköy’e 2 km. mesafede yer alan,
açık hava tapınağı Yazılıkaya’da, o dönemin evren tasavvuru hakkında bizlere
açık bir görüntü sağlayan bir örneğe rastlamak mümkün olmuştur. Gökyüzü ve yeryüzü,
Yazılıkaya’nın A odasında tasvir edilmiştir. Boğa adamların taşıdığı gökyüzü
ile üzerine bastıkları yeryüzü, bu eseri yapan insanların evren hakkında
düalist bir anlayışa sahip olduklarının göstergesidir. Yeryüzü hiyeroglifinin
üzerinde ayakta duran iki boğa başlı adam (no. 28–29), yukarıya kaldırdıkları
elleri üzerinde gökyüzü hiyeroglifini taşımaktadırlar. (Alp, 2003, 27–28; Laroche, 1960, 96–97, dn. 182)
Gökyüzü
hiyeroglifini taşıyıp, yeryüzü hiyeroglifine basan boğa adamların tasvirinin
çizimi. Ayaklarını bastıkları yer ise yeryüzü hiyeroglifi ile simgelenmiştir
ki, bu aynı zamanda yeraltının simgesidir (Laroche,
1960, 109–110, no. 201).
Hitit Dininde Yeraltı Dünyası Nasıl Tasavvur Ediliyordu?
Yeraltı
dünyasının Hititler için ne kadar olumsuz çağrışımlarla yüklü olduğu Eski Hitit
dönemine ait “Tanrı Telipinu’nun kayboluşu mitosu” ile çok iyi anlaşılmaktadır.
Birçok başka tanrının kayboluşuyla ilgili mitoslar da Hititli kâtipler tarafından
işlenmiştir; bunların arasında Fırtına Tanrısı, Güneş Tanrısı, Tanrıça
Hannahanna (isminin tekrar niteliğinden de anlaşılacağı üzere “tanrıların
anası” anlamına gelmektedir ve genellikle eski tanrılar yani yeraltı tanrıları
grubunda yer alır. Diğer bir söylenişi DINGIR.MAH’dır.
Laroche, 1947, 73) ve çeşitli kentlerin Fırtına tanrıları da bulunmaktadır (Kaybolan tanrı mitoslarıyla ilgili Hoffner, 1990, 14–29;
Gurney, 1990, 155–156; Bryce, 2003, 229–231; Dinçol, 1982, 100–101).
Kaybolan
tanrı motifini işleyen mitoslar içinde Telipinu’nun kayboluşunu anlatan mitos (Hoffner, 1990, 14–20; Goetze, 1958, 86–91; Güterbock, 1959;
Haas, 1994, 707–708; Kellerman, 1986; Gurney, 1990, 153–155; Hooke, 1995,
118–120; Kapelrud, 1959) bu tür mitosların en iyi korunanı ve en çok
bilinenidir ve ayrıca Hititler’e göre yeraltı dünyasının nasıl bir yer olduğu
konusuna açıklık getirmektedir. Konusu kısaca şöyledir:
Tanrı
Telepinu metindeki kayıptan dolayı tam olarak bilinmeyen bir nedenden kaynaklı
olarak kızar ve ortadan kaybolur. Onun kaybolması ile birlikte doğada da büyük
bir yıkım meydana gelir. Hayvanların ve doğanın bereketliliği uçup gider. Bu
sırada Fırtına Tanrısı oğlu Telipinu’nun yokluğunu tanrılar toplantısında fark eder
ve onun bulunması için büyük ve küçük pek çok tanrı işe koyulur. Güneş Tanrısı
bu araştırma için kartalı görevlendirir, fakat kartal bu araştırmadan eli boş
döner. Bütün çabalardan sonra Fırtına Tanrısı, tanrıça Hannahanna’ya başvurur.
Hannahanna Telipinu’yu bulması için bir arıyı görevlendirir. Fırtına Tanrısı
arıyı küçümsese de sonuçta arı Telipinu’yu bulur ve onu sokup geri gelmesini
sağlar. Ancak arının sokması tanrıyı daha da kızdırmıştır. Sonuç olarak
Telipinu’nun öfkesi yatıştırılır ve onun geri dönüşü doğayı yeniden
canlandırır.
Telipinu
mitosunu anlatan metnin küçük bir bölümünde yeraltı dünyasına atıfta
bulunulmaktadır (Hoffner, 1990, 17; Goetze, 1958,
91; Gurney, 1977, 53, dn. 4; Bryce, 2003, 198, dn. 330; Vieyra, 1965, 129-130; Coşkun,
1979, 46; Oettinger, 1990, 90)
Telipinu
geri dönmesine rağmen, arının da sokmasıyla bütün kızgınlığı, öfkesi,
küskünlüğü, gazabı yani bütün olumsuz duyguları hala üzerindedir. Metnin
içeriğine bakılırsa bütün bu olumsuzlukların karanlık yeryüzünün/kara
toprağın içine hapis olması için bir çeşit büyü yapılır. Metinde karanlık
yeryüzünün Güneş Tanrısı’nın mekânı olduğu da ayrıca belirtilir. Metne göre karanlık
yeryüzünün bir kapıcısı vardır. Kapıcı yedi kapıyı açıp, yedi demir sürgüyü
çeker. Kara toprağın altında tunçtan PALHİ- (genellikle büyük ve geniş olarak düşünülen palhi- kapları için Coşkun, 1979, 44–48) kazanları
vardır, kapakları kurşundan, kulpları demirdendir, onların içine giren tekrar
asla yukarı çıkamaz, onun içinde yok olur. Yeryüzüne felaket getirmiş olan
Telipinu’ya ait bütün olumsuz duyguları bu kapların alması ve ebediyen içinde
tutması için bir dua edilir. (Telipinu
mitinde sözü edilen, bütün kötülükleri içinde barındırdığına inanılan palhi kapları
ile Eski Yunan mitolojisindeki Pandora’nın Kutusu miti arasında bir benzerlik vardır.
“Telipinu miti bu mite kaynaklık etmiştir” diyebiliriz. Pandora’nın öyküsü şöyledir:
tanrılar tarafından yaratılmış ilk dişi insandır ve tanrılar ona bütün kötülük
ve acıların içinde olduğu kapalı bir kutu vermişlerdir. Ona açmamasını
tembihledikleri halde, kutuyu açar ve bütün acı ve kötülükler dünyaya yayılır,
kutunun içinde sadece umut kalır (Hançerlioğlu,
1993, 395)
Burada
anlatılmış olan yeraltı, yukarıda belirttiğimiz Eski Mezopotamya’daki yeraltı
dünyası tarifi ile paralellik göstermektedir. Yeraltı yedi kapılı korkunç bir
yer olarak gösterilmekte ve Güneş Tanrısı ile ilişkisi belirtilmektedir. O
dönem insanının yeraltını algılayışı ile bugün bizlerin kafasındaki cehennem
kavramının birbirine paralel olduğunu söyleyebiliriz (Kur’ân-ı Kerîm’in Hicr
suresi 43–44. ayetinde söz edilen cehennem, çalışmamızda ele aldığımız yeraltı
dünyası tasvirleri ile örtüşmektedir: “BUNLARIN DA HEPSİNİN MEV’İDLERİ [gidecekleri yer] ŞÜPHESİZ CEHENNEM, ONUN YEDİ KAPISI VARDIR” KUR’ÂN-I
KERÎM, 2000, 265).
Bu
durumda Hititlerin ya da Hititlerle çağdaş pek çok halkın gözünde, yeraltının
bütün kötülüklerin ve olumsuz duyguların içine hapsedilebileceği bir mekân
olarak düşünüldüğü açıkça ortadadır.
Aslında
yeraltı, ritüel anlamda “temizlik” ve “kirlilik” karşıtlıkları içinde “kirliliğe”
tekabül eder. Bütün olumsuzlukları içine çekme ve hapsetme özelliğinin yanı
sıra zaten bizzat kendisi “kirli ve kötü”dür. Buradaki kirlilik daha çok mecazi
bir anlam içerir, yani insanoğlu için karanlık ve kötü olan, olumsuz ve sinir
bozucu olan unsurları çağrıştırır. Peki, bu “kirli” yeraltına inmek ya da
onunla bağlantı kurmak mümkün müydü? Doğal olarak yaşayan bir insanın yeraltına
inmesi ancak ölmekle mümkün olabilirdi ve bir daha geriye etiyle kanıyla, canlı
olarak çıkması mümkün değildi.
Eski
Mezopotamya kaynaklı olan, ancak Hitit arşivinde de bir kopyası bulunmuş olan
Gılgamış Destanı’nda (Ramazanoğlu, 1944; Moran, 1995),
Gılgamış’ın sevgili dostu Enkidu’nun, öldükten sonra geri döndüğü ve Gılgamış’la
sohbet ettiği anlatılsa da bu dönüş geçici olmuş, Enkidu tekrar yeraltına inmek
zorunda kalmıştır (Kramer, 1998, 170–172)
Yeraltı öyle bir yerdir ki, orasının sakinleri dışında oraya gelen her kimse
tanrı ya da tanrıça bile olsa canlı kalamaz. Bunun en güzel kanıtı “Tanrıça
İnanna’nın Yeraltına İnişi” mitosunda
bulunmaktadır
(Kınal, 1967; Kramer, 1937; Kramer, 1960, 64–65,
dn. 22 ve 24; Hooke, 1995, 21–24).
Yeraltı
dünyasının hâkimi olan ablası Ereşkigal’i ziyaret etmek için yeraltına inen
İnanna (İnanna’nın Akadça karşılığı İştar’dır
ve Hitit Anadolu’sunda İştar’ın farklı isimlerle farklı görünümleri vardır.
Wilhelm, 1994, 51; Güterbock, 1949, 91–92; Bryce, 2003, 162–163; Akurgal, 1993,
107), her adımda bütün giysilerinden ve süslerinden sıyrılarak
yeraltının derinliklerine ilerler ve orada çırılçıplak bir şekilde yeraltının
yedi hâkimi Anunnaki’ler tarafından cesede dönüştürülüp çiviye asılır, ancak su
tanrısı Enki’nin verdiği hayat suyu onu yaşama döndürür; bununla beraber bu
yaşam, yeraltı dünyasında kendi yerini alacak bir başkasını bulana kadar
sürecektir; İnanna yeraltının galle’leri eşliğinde
yeryüzüne çıkıp kendisi için bir bedel arar ve sonunda kocası Dumuzi’de karar
kılar ve onu yeraltına gönderir.
Bu
mitos Eski Mezopotamya, ya da daha çok Sümer kökenli olsa da, Eski Mezopotamya
kültüründen çok etkilenmiş olan Hititler için de Telipinu Mitosunda görüldüğü
gibi yeraltı dünyası hakkında benzer anlamlarla yüklüdür. Aslında bu durum bir
etkilenmenin yanı sıra insanoğlunun ölüm ve hayatı algılayışındaki ortaklıkla
ilişkili olmalıdır. Metinlerin bize yansıttığı bilgilerden yola çıkarak,
yeraltının sıradan ölümlünün ruhunun yaşamdan sonraki meskeni olduğunu da söyleyebiliriz
(Vieyra, 1965, 129–130; Ünal, 2003, 104).
Sıradan ölümlü orada, krallardan çok farklı şekilde yaşar. Eski Krallık
dönemine ait Hitit çivi yazılı mitolojik konulu metinlerden birinde onların
yeraltındaki yaşantısı çok kasvetli bir üslupla tasvir edilmiştir. Bu tasvir şu
şekilde yapılmıştır:
“İnsanlar
birbirini tanımaz. Aynı anadan doğan kız kardeşler birbirini tanımaz. Aynı
babanın oğulları birbirini tanımaz. Anne kendi çocuklarını tanımaz. Çocuk kendi
annesini tanımaz. (…) Güzel bir masada yemek yemezler. Güzel bir
taburede yemek yemezler. Güzel bir fincandan içmezler. İyi yiyecekler yemezler.
İyi içkiler içmezler. Çamur yerler. Çamurlu sular (?) içerler” (KBo 22.178 4; KUB 48.109 ii 4–8, iii 1–7; Hoffner, 1988,
191–192; Hoffner, 1990, 32–33; Ünal, 1994, 859–860; Ünal, 2003, 105; Bryce,
2003, 198).
Yeraltına
geçiş, insanın bu dünyadaki varlığının sona ermesiyle birlikte kaçınılmaz ve
değiştirilemez bir olguydu; Sümerce GIDIM yani “ölünün hayaleti” yeraltı
dünyasının sakinleri arasındaydı ve yeraltı dünyası aynı zamanda “ölü
hayaletlerinin evi” idi (Haas, 1995, 2023).
Hititler Yeraltı Dünyasıyla Bağlantı Kurmak İçin Neleri
Niçin Yapıyorlardı?
Yaşayan
insan için kendisini bekleyen korkunç son “ölmek ve yeraltına inmek” idi ve bu
sondan kurtulmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu ve ironik bir şekilde
çoğu kez ölümden kurtuluşun çarelerini yeraltı güçlerine başvurmakta arıyordu.
Çünkü yeraltı güçleri bütün kötü ve olumsuz durumları bunların içinde yaşamı
sekteye uğratan ve ölüme neden olan hastalıklar da vardı, içine çekiyordu. Bu
güçlerin yeryüzüne inip çıkabilmelerini sağlayan bazı yerler vardı; ancak
çoğunlukla onlarla bağlantı kurmak için yapay bağlantı noktaları oluşturulurdu.
Doğal oyuklar ya da mağaralar, karanlık yeraltına/kara toprağa girişi sağlardı.
Yeraltı
dünyasına kurban edilen hayvanlar ise çukurlarda kesilirdi. Pınarlar,
kaynaklar, göller yeraltı dünyası ile bağlantılıydı. Büyücü adam ya da kadın,
yapay çukurlar aracılığıyla, yeraltı dünyasının güçleri ile bağlantı kurardı;
yeraltı tanrılarının ritüel aktivitelere katılmak için yeraltından yukarı
tırmanabilsinler diye çukurun içine bronz bir merdiven yerleştirirdi; çağrıları
duyabilsinler diye oraya bakır bir kulak da koyardı. Aynı zamanda yeryüzündeki
her bir mezarın, yeraltına giden bir geçit olduğu önerilmekteydi (Haas, 1995, 2022).
Yeraltı
güçleri ile bağlantı kurmak için çukurların her zaman ön planda yer alması
çukurun (Hititçesi apí)
pek çok ritüel metninde tanrı determinativi ile anılmasına neden olmuştur.
Çukur bir anlamda yeraltı dünyasına açılan kapı olduğu için, ona doğaüstü
güçler yüklenmiş ve yeraltı tanrıları arasına dâhil edilmiştir. Çukur anlamına
gelen apí sözcüğünün, en
çok Hurri kültür unsurlarının sinmiş olduğu ya da kökende Hurrice olan
ritüellerde kullanıldığı tespit edilerek bu sözcüğün Hurrice bir terminus techinus olduğu
ve bu terimin Tevrat’da adı geçen İbranice ôb ile tartışmaya
açık bir şekilde bağlantılı olabileceği öne sürülmüştür (Hoffner, 1967, 387–389; Collins, 2002a, 225; Wilhelm,
1994, 75).
Hitit
metinlerinde geçen çukur ve onun yeraltı dünyası ve ölülerle bağlantısı Eski
Yunan mitolojisine de kaynaklık etmiş görünüyor. Homeros’un Odysseia
Destanında, Odysseia’nın yeraltı dünyasına inmek için çukur kazması (Homeros, Odysseia, XI, 25) ve çukura kurbanlar sunması Hititlerin yeraltı tanrıları ile
uzlaşmak için çukurlarda gerçekleştirdikleri ritüellerle karşılaştırılabilir (Steiner, 1971, 265 vdd; Hoffner, 1967, 389 vdd; Collins,
2002a, 225 vdd).
Çukurların,
yeraltı dünyası ve yeraltı güçleriyle bağlantı kurmada hizmet ettikleri en
belirgin fonksiyonları şunlardır:
Öncelikle
apí “çukur” dünyalar
arasında geçişi sağlayan bir kapıdır, bu kapıdan yeraltı tanrıları çağrılır ve
yeraltı tanrıları kendilerine sunulan kurbanları almak için bu kapıyı
kullanırlar. Ayrıca çukur, ritüel kirliliğin (olumsuzluk ya da kötülüğün)
yüklendiği hayvanların, içinde ya da üstünde kurban edildiği, daha sonra
gömüldüğü ve böylece kirliliğin yeraltına gönderilip yok edilmesinin sağlandığı
bir araç olarak kullanılırlar (Collins, 2002a, 226;
Wilhelm, 1994, 75).
Maalesef
arkeolojik kazılarda söz konusu çukurların izlerine rastlamak hemen hemen
imkânsızdır. Çünkü bu basit çukurlar yerleşim duvarlarının dışında yer alıyor
olmalıydı (Hoffner, 1967, 401).
Bu
tür ritüeller tarıma açılmamış bir yerde (dammeli pedi),
ya da yerleşim ve tarım bölgelerinden uzağa taşınmış bazı yerlerde, örneğin
kaya çıkıntılarında (NA4peruna)
nehir kenarlarında (wappu)
kaynak ya da kuyularda (luli-)
gerçekleştirilirdi (Beckman, 2003, 108).
Hitit
metinlerinde karşımıza çıkan ve yeraltıyla bağlantı kurmak için açılan
çukurlar, Şanlıurfa ili Birecik ilçesinin 15 km. güneyinde yer alan Gre Vrike
kazılarında M.Ö. 3. bin yılın ilk yarısına ait tabakada bulunan kurban
çukurları ile karşılaştırılabilir. Aradaki yaklaşık bin yıllık farka rağmen benzerlikler
dikkat çekicidir. Bu çukurlarda hayvan kemikleri ile çeşitli adak eşyası
bulunmuştur. Üstelik kurban çukurlarının pek yakınında yeraltına inen bir kanal
vardır; bu kanal bir su kanalıdır ve bu kompleksin bir su kültüyle bağlantısı
vardır (Ökse, 2005).
M.Ö.
3. bin yıla ait kurban çukurlarıyla ilgili Gre Vrike’de karşımıza çıkan
buluntular ilk değildir. Gaziantep ili sınırları içinde bulunan Gedikli Höyük’de
de benzer kurban çukurlarına rastlanmıştır (Ökse,
2005, 1).
Çukurların
işlevi hakkında verdiğimiz bilgiden sonra kuşların yeraltı bağlantısına
değinmek istiyoruz.
G.
Wilhelm metinlerde özellikle ifade edilmediği halde özellikle kuş kurbanlarının
yeraltı tanrılarına yönelik olduğunu ve kuşların bir arındırma ritüeliyle
kirliliği kabul etmeye ve onu yeraltının güvenli uzaklığına hapsetmeye
zorlandıklarını belirtir (Wilhelm, 1994, 74).
Kuş kurbanları Hurri tarzında günahtan arındırma (catharsis)
bir başka deyişle kirliliği yeraltına gönderme ritüellerine hizmet ederler (Collins, 2002b, 321).
Kuşlardan
Eski Mezopotamya’da Eski Babil Dönemi’nden sonraya ait ritüel metinlerden
birinde de kötülüğü önleyici özelliklerinden söz edilmektedir (Heimpel, 1987–1990, 1). Gökteki güneşin ufuk
çizgisinden yeraltına inmesi gibi, kuşların da o eşsiz kanatlarıyla güneşi
izleyip yeraltına inebildiğine inanılması şaşırtıcı değildir.
Sonuç Olarak
Sonuç
olarak Hititlerin yeraltı dünyası inancının, Eski Mezopotamya uygarlığından çok
etkilenmekle birlikte, Mezopotamya ile Anadolu arasındaki bölgede yaşayan ve
kültürel anlamda hâkim öğe olan Hurrilerin kavrayışı altında şekillendiğini
söyleyebiliriz. Hurriler, yeraltı dünyası inancı ile ilgili özgün yorumlar
getirerek, yeraltı tasavvurunu zenginleştirmişlerdir. Söz konusu yorumlar ve
tasavvurlar dönemin ticaret üsleri ve dünya kültürlerinin buluşma ve kaynaşma
noktası olan Doğu Akdeniz limanları sayesinde batıya aktarılmış ve Eski Yunan dünyasının
inanç sistemi içinde de yer almıştır. Bu limanların yer aldığı coğrafya, M.Ö.
2. binyılın son çeyreğinde Hitit egemenlik sahası içinde olması yanı sıra
Hurrilerin de yoğun olarak yaşadığı bölgedir.
Yeraltı
Dünyası inancının çağdaş inanç sistemlerinde neye tekabül ettiği sorusuna
verilebilecek en makul yanıt ise, “kirli ve karanlık dünya”, “ölümden sonra
gidilen yer”, “ölünün defnedildiği yer”, “kara toprak” ya da en kötümser
ifadeyle “CEHENNEM”dir. Esasen Hitit metinlerinde tarif edilen yeraltı dünyası
ile KURAN-I KERİM’de karşımıza çıkan “cehennem” hakkındaki ifadeler arasındaki
benzerlikler de dikkat çekicidir.
BİBLİYOGRAFYA
Akurgal E., (1993), Anadolu Uygarlıkları,
İzmir.
Alp S., (2003), Hitit Güneşi, Ankara.
Alp S.-Erkut S.,(2002), “Hitit Kralı
III. Hattuşili ile Kraliçe Puduhepa'nın Gümüş Tablet Üzerindeki Mühürleri”-
“The Seals of the Hittite King Hattuşili III and the Queen Puduhepa on a Silver
Tablet”, Türkiye
Bilimler Akademisi Arkeoloji Dergisi, Sayı 5, 1-6.
Beckman
G. M., (2003), “Opfer. A. II. Nach schriftlichen Ouellen, Anatolien”, Reallexikon der Assyriologie und
vorderasiatischen Archäologie 10, Berlin. New
York, 106–111.
Bryce
T., (2003), Hitit
Dünyasında Yaşam ve Toplum, (çev. Müfit Günay), Ankara.
Collins
B. J. (2002a), “Necromancy, Fertility and the Dark Earth: The Use of
Ritual Pits in Hittite Cult”, Magic and Ritual in the Ancient World, P.
Mirecki - Marvin Meyer (eds.), Leiden. Boston. Köln, 224–241.
(2002b),
“Animals in the Religions of Ancient Anatolia”, A History of the Animal World in the
Ancient Near East, B. J. Collins (ed.), Leiden. Boston. Köln, 309–334.
Coşkun Y., (1979), Boğazköy Metinlerinde Geçen Bazı Seçme Kap İsimleri,
Ankara.
Dinçol M. A., (1982), “Hititler”, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi I, İstanbul.
Goetze
A., (1958), “A Hittite Myth: The Telepinus Myth”, The Ancient Near East: An Anthology
of Texts and Pictures, J. Pritchard (ed.), Oxford, 87-91.
Gurney
O. R., (1977), Some Aspects of
Hittite Religion, London. (1990), The Hittites, London.
Güterbock
H. G., (1945), Kumarbi
Efsanesi, (Çev. Sedat ALP), Ankara.
(1950), “Hittite Religion”, Forgotten Religions, ed. Vergilius
Ferm, Journal of the American Oriental Society 78,
New York, 81-109.
(1952),
“The Song of Ullikummi Revised Text of the Hittite Version of a Hurrian
Myth”, Journal of
Cuneiform Studies VI, New Haven, 8–42.
(1959),
“Gedanken über das Wesen des Gottes Telipinu”, Festschrift Johannes Friedrich,
207–211.
(1993),
“Sungod or King”, Aspects of Art andIconography.
Anatolia and its Neighbors. Studies in Honor of Nimet Özgüç, M.
J. Mellink − E. Porada − T. Özgüç (eds.), Ankara.
Haas
V., (1976), “Die Unterwelts- und Jenseitsvorstellungen im hethitischen
Kleinasien”, Orientalia 45,
197-212.
(1994),
Geschichte der hethitischen Religion, Leiden. New York. Köln.
(1995),
“Death and the Afterlife in Hittite Thought”, J. M. Sasson (ed.), Civilizations of the Ancient Near
East III, 2021–2030.
Hançerlioğlu
O., (1993), Dünya İnançlar Sözlüğü: Dinler, Mezhepler, Tarikatlar, Efsaneler, İstanbul.
Heimpel
W., (1987-1990), “Libation. : Philologisch. Mesopotamien”, Reallexikon der Assyriologie,
Band: 7, Berlin. New York, 1–5.
Hoffner
H. A., (1967), “Second millenium antecedents to the Hebrew’ōbh”, Journal of Biblical Literature 86,
385-401.
(1988),
“A Scene in the Realm of the Dead”, A Scientific Humanist. Studies in Memory of
Abraham Sachs. S.N. Kramer Fund
Occasional Publications 9, E.
Leichty, E. M. de Jong, P. Gerardi (eds.), Philadelphia, 191–199.
(1990),
Hittite Myths,
Chicago.
Homeros,
(1992), Odysseia,
(Çev. A. Erhat-A. Kadir), İstanbul.
Hooke
S. H., (1995), Ortadoğu
Mitolojisi: Mezopotamya, Mısır, Filistin, Hitit,
Musevi Hıristiyan
Mitosları, (çev.
Alâeddin Şenel), Ankara.
Kapelrud
A. S., (1959), “The Interrelationship Between Religion and Magic in
Hittite Religion”, Numen 6,
Oslo, 32-50.
Kellerman,
G., (1986), “The Telipinu Myth Reconsidered”, Kaniššuwar. A Tribute to Hans G.
Güterbock on his seventy-fifth Birthday, H. A. Hoffner −
G. M. Beckman (eds.),Chicago, 115–125.
Kınal
F., (1967), “Inanna’nın Cehenneme İnişi Efsanesi”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih
Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi III, S.
4-5, Ankara, 1-21.
(1975),
“Ugarit Krallarının Tarihi”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi VIII-XII (1970–1974),
Ankara, 1–15.
Kramer
S. N., (1937), Inanna's Descent To the Nether World, Paris.
(1960),
“Death and Nether World According to the Sumerian Literary Texts”, Iraq 22,
London, 59–68.
(1998),
Tarih Sümer’de
Başlar, (çev. Muazzez İlmiye Çığ), Ankara.
Kur’ân-ı
Kerîm ve Meal-i Şerîfi, (2000), Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Tercümesi,
(Hazırlayan ve Notlandıran Ertuğrul Özalp), İstanbul.
Laroche
E., (1947), “Recherches sur les noms des dieux hittites”, Revued’Assyriologie 41,
Paris, 67-98.
(1960),
Les Hieroglyphes Hittites, Paris.
Moran
W., (1995), “The Gilgamesh Epic: A Masterpiece from Ancient Mesopotamia”,
Civilizations
of the Ancient Near East IV, J. M. Sason (ed.), New York,
2327-2336.
Oettinger
N., (1990), “Die ‘dunkle Erde’ im Hethitischen und Griechischen”, Die Welt des Orients 20/21,
Göttingen, 82-98.
Otten
H. - Siegelova J., (1970), “Die hethitischen Gulš-Gottheiten und die
Erschaffung der Menschen”, Archiv für Orientforschung 23, 32-38.
Ökse,
A. T., (2005), “Gre Virike: a ritual centre for Early Bronze Age rural
communities on the Middle Euphrates”, Antiquity 79, http://antiquity.ac.uk/ProjGall/okse/index.html,
Ankara, 1-6.
Ramazanoğlu
M., (1944), Gılgameş
Destanı, Ankara.
Steiner
G., (1971), “Die Unterweltsbeschwörung des Odysseus im Lichte
hethitischer Texte, Ugarit
Forschungen. Internationales Jahrbuch für die Altertumskunde Syrien-Palästinas
3, Kevelaer and Neukirchen-Vluyn, 265–283.
Ünal
A., (1994), “Hethitische Mythen und Epen”, Texte aus der Umwelt des Alten
Testaments III/4, O. Kaiser (ed.), 802-865.
(2003),
Hititler Devrinde Anadolu 2, İstanbul.
Vieyra
M., (1965), “Ciel et Enfers Hittites (A propos d’un ouvrage récent)”, Revue d’assyriologie 59,
Paris, 127-130.
Wilhelm
G., (1994), The Hurrians,
(translated from German by J. Barnes), Warminster.
Yon
M., (2006), The City of Ugarit at Tell Ras Shamra, Winona Lake
KAYNAK
Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 9(1)
Fatma
SEVİNÇ
Osmangazi
Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi
Yorumlar