KURAN’DA TUFAN



Nuh kıssası, Kuran’da üzerinde en çok durulan kıssalardan birisidir. Nuh kavminin, peygamberlerinin uyarılarına ve öğütlerine kulak asmaması, ona gösterdikleri tepkiler ve olayın meydana gelişi birçok ayette detaylarıyla birlikte anlatılmaktadır. Bu ayetlerde, daha çok tufanı hazırlayan sebepler üzerinde durulmuştur. Kuran’daki tufan ile ilgili ayetler tarih ve mantık yönünden tam bir tutarlılık göstermektedir (Maurice Bucaille, Tevrat İnciller ve Kur’ân, s. 344). Bu ayetlerde olayın yeri ve zamanı konusunda ayrıntıya girilmemiş, daha çok nedenleri üzerinde durulmuştur. Kuran’da tufanla ilgili ayetler, son derece akıcı ve anlaşılır ifadelerle karşımıza çıkmaktadır.   

Ayetlerde, neden-sonuç ilişkisinin ve karşılıklı diyalogların verilmesi bunu sağlayan etkenlerdendir.

Nûh kıssasını anlatan ayetler, özellikle şu surelerde toplanmıştır:

A'râf (59-64/69-70. ayet),
Hûd (25-29. ayet) ve Nûh (1-28. ayet) Suresi. 
Bunun dışında Âl-i İmrân (33-34. ayet),
Nisâ (163. ayet), En’am (84. ayet),
Yûnus (71-74. ayet),
İbrahim (9. ayet),
Enbiyâ (76-77. ayet),
Hac (42. ayet),
Ahzâb (7. ayet),
Sâffât (75-83 ayet),
Sâd (12-14. ayet ),
Mü’min(5/30-31. ayet),
Şûrâ (13. ayet),
Şu’arâ (105-121),
Kâf (12. ayet),
Zâriyât (46. ayet),
Necm ( 52. ayet),
Mü’minûn (23-42. ayet),
Yâsîn (41-44. ayet),
İsrâ (2-3/17. ayet),
Hadîd (26. ayet),
Tahrîm ( 10. ayet ),
Meryem (58. ayet),
Kamer (11-17. ayet),
Ankebût (14-15. ayet) ve Hâkka Suresi (11-12. ayet)’nde de Nuh kıssası ile ilgili ayetler bulunmaktadır (H. Altuntaş - M. Şahin, Kur’an-ı Kerim Meâli, Ank. 2005, s. 30.).

TUFAN ÖNCESİ DURUM
Kuran’da tufan öncesi durum, birçok surede anlatılmaktadır. Bu sureler içerisinde en geniş anlatım, Hûd, Â’raf, Nûh ve Mü’minûn Sureleri’nde bulunmaktadır.  Hûd Suresi, Nuh kavminin tufan öncesi durumunu en geniş şekilde ortaya koyan surelerden bir tanesidir. Bu surenin 25-36. ayetlerinde, Hz. Nuh’un kavmine peygamber olarak gönderilmesi ve onlarla olan inanç problemleri şöyle ortaya konulmaktadır:

25. ayet. Andolsun, biz Nûh’u kavmine peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.”
26. ayet: “Allah’tan başkasına ibadet ve kulluk etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza elem dolu bir günün azabından korkuyorum.”
27. ayet: Kavminin inkâr eden ileri gelenleri, “Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz”  dediler.
28. ayet:  Nûh dedi ki: “Ey Kavmim! Söyleyin bakalım; şâyet ben Rabbimden gelen apaçık bir delil üzerinde isem ve O kendi katından bana bir rahmet vermiş de, siz ona karşı kör kalmışsanız, onu istemediğiniz halde, biz sizi ona zorlayacak mıyız?”
29. ayet: “Ey kavmim! Buna karşı ben sizden herhangi bir mal da istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a âittir. Ben o iman edenleri (teklifinize uyarak) kovacak da değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizin bilgisizce davranan bir toplum olduğunuzu görüyorum.”
30. ayet: “Ey kavmim! Eğer ben onları kovarsam, beni Allah’tan kim koruyabilir? Hiç düşünmüyor musunuz?
31. ayet: Size ben, “Allah’ın hazineleri yanımdadır”, demiyorum; gaybı da bilmem. “Ben bir meleğim” de demiyorum. Sizin hor gördüğünüz kimseler için, “Allah onlara asla hiçbir hayır vermez” de diyemem. Allah onların içlerindekini daha iyi bilir. Böyle bir şey söylersem o zaman ben gerçekten zâlimlerden olurum.
32. ayet: Dediler ki: “Ey Nûh! Bizimle tartıştın ve tartışmayı uzattın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi kendisiyle bizi tehdit ettiğin azabı getir.”
33. ayet: Nûh dedi ki: “Onu size, dilerse ancak Allah getirir ve siz (Allah’ı) âciz bırakamazsınız.”
34. ayet: Ben size öğüt vermek istesem de,  eğer Allah sizi azdırmak istemişse, öğüdüm size fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir ve O’na döndürüleceksiniz.
36. ayet: Nûh’a vahyolundu ki: “Kavminden daha önce iman etmiş olanlardan başka, artık hiç kimse iman etmeyecek. O halde, onların yapmakta oldukları şeylerden dolayı üzülme.” (Hûd Suresi, 25-34/36. ayet).

Hûd suresinin yirmi beşinci ayetinde olduğu gibi, Ankebût suresi 14 ve Nuh suresinin 1. ayetinde de Hz. Nuh’un, kendisinin de mensup olduğu bir kavme peygamber olarak gönderildiği vurgulanmaktadır: 

Andolsun, biz Nûh’u kavmine peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.” (Hûd Suresi, 25. ayet)

Andolsun, biz Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik. O da dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Neticede onlar zulümlerini sürdürürlerken tûfan kendilerini yakalayıverdi. (Ankebût Suresi, 14. ayet)

Şüphesiz biz Nûh’u, kavmine, “Kendilerine elem dolu bir azap gelmeden önce kavmini uyar” diye peygamber olarak gönderdik. (Nûh Suresi, 1. ayet)
Kavim kelimesi, aralarında töre, dil, kültür  ortaklığı bulunan, boy ve soy bakımından birbirine bağlı insan topluluğuna verilen addır. (Nihat Emeksiz, Yeni Türkçe Sözlük, İst. 2001,  s. 268) Ayetten anladığımız kadarıyla Nuh kavimi, ilahi kudret tarafından uyarılmayı gerektirecek kadar sapkın bir yaşam sürmüştür. Bu kavmi doğru yola ulaştırma görevi ise, Nuh Peygambere verilmiştir. Zaten “Kavmine peygamber olarak gönderdik” (Hûd Suresi, 25. ayet) ifadesinden de Nuh Peygamberin bütün insanlığa değil, sadece kendi kavmine gönderilen bir peygamber olduğu anlaşılmaktadır.

Yukarıda Ankebut suresinin on dördüncü ayetinde de belirtildiği üzere, Nuh peygamber kavmiyle birlikte dokuzyüz elli yıl yaşamıştır. Ancak bu uzun sürede yaptığı çalışmalar dahi, Nuh kavminin helak olmasını engelleyememiştir. Kuran-ı Kerim’de peygamberler içerisinde sadece Nuh peygamberin yaşam süresi verilmektedir (Ahmet Musaoğlu, Tarihsel Bir Gerçek Nuh (a.s) Tufanı, İst. 1998, s. 60 vd.). Kendisine biçilen dokuz yüz elli yıl yaşam süresi, günümüze kıyasla oldukça uzun bir süredir. Kuran’daki dokuz yüz elli yıl yaşam süresi, Nuh peygamberin sadece yaşını belirtmek amacıyla verilmiş olmayabilir. Çünkü Kuran’da anlatılan kıssalar, bir neden-sonuç ilişkisi içerisinde anlatılmaktadır. Bu doğrultuda Kuran’daki kıssalar üzerine düşünerek, birçok sonuca ulaşmak mümkündür.

Bundan hareketle, dokuz yüz elli yıl yaşam süresini şu şekilde açıklayabiliriz: Hz. Nuh bir kavme peygamber olarak gönderilmiş ve onlar arasında uzun bir süre kalmıştır. Bu da bin yıldan elli yıl eksik bir yaşam süresi şeklinde, uzunluğu vurgulayan bir sayısal değerle ifade edilmiştir. Bir diğer nokta, bu dokuz yüz elli yıllık zaman dilimi, Hz. Nuh’un yaptığı tebliğin çok uzun ve zorlu geçtiğini belirtmek için verilmiş olabilir. Belki de Nuh peygamberin gösterdiği sabır ve tebliğdeki zorluk, bir insanın ancak dokuz yüz elli yılda yaşayabileceği nitelikteydi. Zamanın da bir değişim süreci olduğu düşünüldüğünde, bu düşünce daha da anlamlı hale gelmektedir. Sonuç olarak, yukarıdaki düşünceler yorum boyutunu aşmamaktadır. Dokuz yüz elli yıl gibi, uzun bir ömre işaret eden bu ayetin, çok daha farklı bir anlamı olabilir.

Yirmi yedinci ayette ise, Nuh Peygambere inanan insanların, toplumca aşağılandığı anlatılmaktadır. Buna dayanarak bu toplumda bir efendi-köle anlayışının var olduğunu söyleyebiliriz. Konuyla ilgili ayet şöyledir:  Kavminin inkâr eden ileri gelenleri, “Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz” dediler. (Hud Suresi, 27. ayet)

Belki de Nuh peygamber’in elçilik ettiği din anlayışı, sadece ibadet çerçevesinde olsaydı, bu kadar tepki çekmeyecekti. İbadetle ilgili emirler dışında insana değer veren hükümlerin de olması, toplumun ileri gelenlerini rahatsız etmiştir. Ezilen insanları ise, Nuh peygambere yakınlaştırmıştır.                                           

Hûd suresi’nin 29. ayetinde de Nuh peygamber’in kavmini dine davet etmesi anlatılmaktadır. Ayrıca bu ayette, etrafında toplanan aciz insanları kovması karşılığında Nuh Peygambere, mükâfat teklif edildiğinden de bahsedilmektedir:
“Ey kavmim! Buna karşı ben sizden herhangi bir mal da istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a âittir. Ben o iman edenleri (teklifinize uyarak) kovacak da değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizin bilgisizce davranan bir toplum olduğunuzu görüyorum.” (Hud Suresi, 29. ayet)
Ayette geçen “Benim mükâfatım ancak Allah’a âittir” ve “Ben o iman edenleri (teklifinize uyarak) kovacak da değilim.” cümlelerinden Nuh peygamber’in, kendisine sağlanmak istenen maddi olanakları kabul etmediği anlaşılmaktadır. Böylece kendisine itaat eden ve toplumun alt tabakasında bulunan insanların pazarlık konusu edilmesine izin vermemiştir. Çünkü o, Allah’ın emirlerini insanlara tebliğ etmek suretiyle kazanılacak ödülün daha önemli olduğu düşüncesindedir.

Kuran-ı Kerim’de tufan öncesi durumu anlatan diğer bir sure ise, Nûh suresidir. Surenin tamamına yakın bölümünde, tufan olayının nedenleri üzerinde durulmuştur. Başlıca nedenin ise, peygamberin nasihatlerine kulak asılmaması olduğu izah edilmiştir.  Hz. Nuh’un kavmine verdiği nasihatler ve bunun karşılığında kavminin ona gösterdiği tepkiler, Nûh Suresinde şu şekilde bildirilmektedir:
3,4. ayet: “Allah’a ibadet edin. Ona karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vakte kadar ertelesin. Şüphesiz, Allah’ın belirlediği vakit gelince ertelenmez. Keşke bilseydiniz.”
5. ayet: Nûh şöyle dedi: “Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim.”
6. ayet: "Fakat benim davetim ancak onların kaçışını artırdı.”
7. ayet: “Kuşkusuz sen onları bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inanmamakta direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler.” 
8. ayet: “Sonra ben onları açık açık davet ettim” 
9. ayet: “Sonra, onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum.” 
21. ayet: Nûh  dedi ki: “Rabbim!  Gerçekten onlar bana karşı geldiler, malı ve çocuğu ancak kendi hüsranını artıran kimselere uydular.” 
22. ayet: “Bunlar da, çok büyük bir tuzak kurdular.”
23. ayet: “Şöyle dediler: “Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Hele hele Vedd’i, Süvâ’ı, Yeğus’u, Ye’ûk’u ve Nesr’i hiç bırakmayın.”
24. ayet: “Onlar gerçekten birçoklarını saptırdılar. (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin sadece sapıklıklarını artır.”
26. ayet: Nûh şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma!” 27. ayet: “Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kafir kimseler yetiştirirler.” 
28. ayet: “Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır.”( Nûh Suresi, 3-4/ 5-9/21-24/26-28.ayet)

Bütün bu nasihatler, Nuh kavmini kendi bildikleri yoldan döndürmeye yetmemiştir. Burada ileri derecede bir inatçılık söz konusudur. Bu inatçı kavmin doğru yola gelmeyeceğini anlayan Hz. Nuh, onları beddualarla Allah’a havale eder. Çünkü bu toplumun, kendilerinden sonraki nesilleri de kendilerine benzeteceklerinden korkmaktadır. Bu da peygambere inanmayan bu insanların, çocuklarını küçük yaşlardan itibaren kendi düşünceleri doğrultusunda yetiştirdiklerini göstermesi bakımından önemlidir. 
   
Nuh kavmi birçok puta sahip,  putperest bir kavim idi. Bunlar içerisinde vedd, süva, yeğûs, yeûk ve nesr adlı beş putun diğerlerine göre daha itibarlı oldukları, Nûh suresinin 23. ayetinde şöyle belirtilmiştir:
“Şöyle dediler: ‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Hele hele Vedd’i, Sü-vâ’ı, Yeğus’u, Ye’ûk’u ve Nesr’i hiç bırakmayın.” (Nûh Suresi, 23.ayet)

Toplumun, çok tanrılı bir din anlayışına sahip olduğunu anlatan ayetlerden bir diğeri ise A’râf suresinin 70. ayetidir: 
Onlar, “Sen bize tek Allah’a ibadet edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bizi tehdit ettiğin azabı bize getir” dediler. (A’râf Suresi, 70. ayet)

Bu ayet, Nuh kavminin, Allah tarafından kendilerine verilebilecek bir cezadan korkmadıklarını göstermektedir. Bu düşüncelerini de, bir meydan okuma şeklinde ortaya koymuşlardır.

Giriş kısmında da belirtildiği üzere, ilahi gücü görmek için güçlerinin yetmeyeceğini düşünen Nuh kavimi, ruhani vasıtalarla bunu yapmaya çalışmıştır. Bu ruhani vasıtalar meleklerdi. “Sabi” adı verilen bu mezhep düşüncesinin bir sonucu olarak ruhani varlıklar heykelleştirilip, bu heykeller ise, gökyüzündeki yedi yıldızla ilişkilendirilmiştir. Onlara göre, dünyanın düzeni bu yıldızlara bağlıdır. Gündüzleri kaybolan yıldızların yerine, yaptıkları putlara bu nazar ile bakmışlardır. Putlara bakmayla ruhani meleklere bakmanın aynı olduğunu düşünmekteydiler. Böylece bakışlarının ilahi güce, bu putlar vasıtasıyla ulaşacağını düşünüyorlardı (İbnü’l – Esir, El-Kamil Fi’t-Tarih Tercümesi, c. 1, İst. 1985, s. 59-60 ; A. Lütfi Kazancı, Peygamberler Tarihi, İst. ?, s. 97.).

İnsanın kendisiyle Allah arasında nurani vasıtaların olduğunu düşünmesi prensibine dayanan bu ruhçu düşünceye “Sabiilik” denir. Görünmeyen ruhlara, meleklere, yıldızlara, aya, güneşe ve bunları simgeleyen şekillere tapanlara ise, “sabi” adı verilir. Sabilik, bütün batıl din ve mezheplerin temelini oluşturmaktadır. Dindeki bu bozulmanın bütün sonuçları Nuh kavmine yansımıştır. Bundan dolayıdır ki peygambere iman etmemişlerdir. Çünkü onlar, sadece meleklerin peygamber olacağını düşünüyorlardı (Ahmet Kahraman, Mukayeseli Dinler Tarihi, İst. 1993, s. 55 vd.).  

Nuh kavmiyle ilgili olarak yukarıda söz konusu edilen sapkın düşünce, Mü’minûn suresinin ilgili ayetlerinde şöyle anlatılmaktadır:
23.ayet: Andolsun biz, Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin ondan başka hiçbir ilahınız yoktur. Allah’a karşı gelmekten hâlâ sakınmaz mısınız?” dedi.
24.ayet: Bunun üzerine kendi kavminden inkâr eden ileri gelenler şöyle dediler: “Bu ancak sizin gibi bir beşerdir, size üstünlük taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi bir melek gönderirdi. Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.”
25. ayet: “Bu, ancak cinnet getirmiş bir adamdır. Öyle ise bir müddet onu gözetleyiniz.”
26.ayet: (Nûh), “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et” dedi.
32. ayet: Onlara, kendilerinden, “Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka hiçbir ilahınız yoktur, hâlâ O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” diye öğüt veren bir peygamber gönderdik.
33. ayet: O peygamberin kavminden, Allah’ı inkâr eden, ahireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: “O da ancak sizin gibi bir insandır.  Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz şeylerden içiyor.” 
34. ayet: “Andolsun, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz mutlaka ziyana uğrarsınız.”
35. ayet: “O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman sizin tekrar mutlaka (diriltilip) çıkarılacağınızı mı vaad ediyor?” 
36. ayet: “Hâlbuki bu size vaad olunan şey, ne kadar da uzak!”
37.ayet: “Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz.”
38. ayet: “Bu, Allah’a karşı yalan uyduran bir kimseden başkası değildir. Biz ona inanmayız.”
39.ayet: O peygamber, “Ey Rabbim! yalanlamalarına karşı bana yardım et” dedi.
40. ayet: Allah, “Yakın zamanda mutlaka pişman olacaklardır!”  dedi (Mü’minûn Suresi, 23-26-/32-40. ayet).

Peygamberi yalanlayan ve toplumu bu yönde sürükleyenlerin varlıklı insanlar oldukları,  33. ayette geçen “dünya hayatında kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler” (Mü’minûn Suresi, 33. ayet) ifadesiyle ortaya konulmaktadır.

Diğer surelerde olduğu gibi, Â’râf Suresinin 59-64. ayetlerinde de tufanın nedenleri üzerinde durulmuştur:
59.ayet: Andolsun, Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Şüphesiz ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum” dedi.
60. ayet: Kavminin ileri gelenleri, “Biz seni açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler. 61. ayet: (Nûh onlara) şöyle dedi: “Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yok. Aksine ben, Âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.”
62. ayet: “Ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum.”
63. ayet: Sizi uyarması ve sizin de Allah’a karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için,  içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir zikir (vahiy ve öğüt) gelmesine şaştınız mı?
64. ayet: Derken kavmi onu yalanladı. Biz de onu ve gemide onunla beraber bulunanları kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Çünkü onlar (vicdanları hakka kapalı) kör bir kavim idiler (Â’râf Suresi, 59-64. ayet).

Sonuç olarak, ayetlerin ışığında Nuh kavminin genel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
   
1- Sabiilik adı verilen düşünce doğrultusunda, putlar yapan ve bunlara tapan çok tanrılı bir kavim idiler (Nûh Suresi 23. ayet; Mü’minûn 23. ayet; Â’râf Suresi, 70. ayet).
2- İnsandan peygamber olmaz düşüncesine sahiptiler. Onlara göre, sadece melekler peygamber olarak gönderilebilirdi (Hûd Suresi, 31. ayet; Mü’minun 24/33-34. ayet; Â’râf Suresi, 63. ayet.96 Mü’minûn Suresi, 33/ 35-37. ayet).
3- Ölüm ötesi hayata inanmıyorlardı. Ödül ve cezanın sadece dünya hayatı için geçerli olduğunu düşünüyorlardı.96       
4- Bu kavim, hem sosyal hem de dini hayatta aşırıya giden bir yaşam sürmekteydi (Hûd Suresi 29/36. ayet; Nûh Suresi 7/21/24/27. ayet; Zâriyât Suresi, 46. ayet; Necm Suresi,  52. ayet; Mü’minûn Suresi, 24-25. ayet).
5- Nuh peygambere karşı çıkarak, insanları bu yöne sürükleyen kavmin önde gelenleri varlıklı insanlardı (Mü’minûn Suresi, 33. ayet).
6- Toplumda zengin-fakir ayrımı çok ileri derecede idi. Kölelik, çok katı ve insan haklarına aykırı bir biçimde uygulanmaktaydı (Hûd Suresi, 27/29-30. ayet).

TUFAN OLAYI’NIN CEREYANI

Kuran’da tufan olayının cereyanı birçok surede verilmekle birlikte, özellikle Hûd, Kamer ve Nûh surelerinde daha uzun anlatılmıştır. Nûh suresinde tufanın başlangıcı, Hûd Suresinde gelişimi ve Kamer suresinde ise, tufanı oluşturan suyun kaynakları üzerinde daha çok durulmuştur.

Tufanın başlangıcındaki durum, Hûd ve Nûh Suresinin ilgili ayetlerinde şöyle ortaya konulmaktadır:

Nûh Suresi, 26. ayet: Nûh şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma!”
27. ayet: “Çünkü sen onları bırakırsan,  kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kafir kimseler yetiştirirler.” 
28.ayet: “Rabbim! Beni, ana ve babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır” (Nûh Suresi, 26-28. ayet).

Hûd Suresi, 36. ayet: Nûh’a vahyolundu ki: “Kavminden daha önce iman etmiş olanlardan başka, artık hiç kimse iman etmeyecek. O halde, onların yapmakta oldukları şeylerden dolayı üzülme.”
37. ayet: “Gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır”(Hûd Suresi, 36-37. ayet).

Bu iki sureye göre tufan, Nuh peygamberin Allah’a dua ederek, yardım istemesi ve duasının kabul edilmesiyle başlamıştır. Peygamberin yardım istemesinin sebebi, daha öncede belirttiğimiz gibi, uzun süre dine davet ettiği kavminden ümidini kesmesi olmuştur. Ayrıca, kavminin kendisine inanmamasından çok, sapkın düşüncelerini sonraki nesillere aktarmalarından endişe duymuştur (Nûh Suresi, 27. ayet). Bunun sonrasında Allah, Hz. Nuh’a duasını kabul ettiğini ve o güne kadar iman etmiş olanların dışında kimsenin iman etmeyeceğini bildirmiştir. Bununla birlikte Hz. Nuh’a, iman etmemekte direnen bu inatçı kavimin yaptıklarından dolayı üzülmemesi gerektiği de hatırlatılmıştır (Hûd Suresi, 36. ayet). Bu da gösteriyor ki Hz. Nuh, kendine verilen peygamberlik görevini hakkıyla yerine getirmiştir.  

Tufan’ın sadece inanmayan bu kavimle sınırlı olacağı, Nuh Suresi’nin 26. ayetinden anlaşılmaktadır. Ayette kullanılan yerin anlamı yeryüzü ile aynıdır. Ancak başında bulunan “lâm” ‘ın “ahd “için olması ile Nuh’un kavminin yaşadığı bölge kastedilmiştir (E. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.  8, İst. 1995, s. 357).

Hûd suresinin 38-44. ayetlerinde ise, tufan olayı hazırlık aşamasından itibaren şöyle anlatılmaktadır:
38. ayet: (Nûh) gemiyi yapıyordu. Kavminden ileri gelenler her ne zaman yanına uğrasalar, onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: “Bizimle alay ediyorsanız, sizin bizimle alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz.”
39. ayet: Artık, geldiği kimseyi rezil eden azabın kime geleceğini, kimin üzerine sürekli bir azabın ineceğini ileride anlayacaksınız. 
40. ayet: Nihayet emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca) Nûh’a dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de kendileri hakkında daha önce hüküm verilmiş olanlar dışındaki âilen ile iman edenleri ona yükle.” Ama onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti.
41. ayet: (Nûh), “Binin ona. Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” dedi.
42. ayet: Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu.  Nûh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna, “Yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin, inkârcılarla birlikte olma” diye seslendi.
43. ayet: O, “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. Nûh, “Bugün Allah’ın rahmet ettikleri hariç, onun azabından korunacak hiç kimse yoktur” dedi. Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu.
44.ayet: “Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi (Hûd Suresi,  38-44. ayet).

Ayetlerden anlaşılacağı üzere, Hz. Nuh, aldığı ilahi emir doğrultusunda gemiyi yapmaya başlamıştır. Bu nedenle de inanmayan insanlar, her fırsatta onunla alay etmişlerdir (Hûd Suresi,  38. ayet). Büyük ihtimalle bu insanlar, o güne kadar bir gemi görmemişlerdi. Bu yüzden de onun ne işe yaradığını bilmiyorlardı. Gemi yapımıyla alay edilmesinin diğer bir nedeni ise, bu bölgede geminin yüzeceği büyüklükte bir su kütlesinin bulunmamasıdır. Çünkü denizden kilometrelerce uzakta yapılan bir geminin, denize nasıl taşınacağını akıl edemiyorlardı. Hâlbuki inanışa göre, geminin denize gitmesine gerek olmayacak, deniz benzeri bir su kütlesi geminin yanında oluşacaktı (Ö. N. Bilmen, Kur’anı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, c.  3, s. 1470.).

Kuran’da gemi büyüklüğünün, inanan insanları, her çeşit hayvanattan birer çifti ve ihtiyaç duyulacak yiyecek maddelerini alacak ölçülerde olduğu anlaşılmaktadır (E. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 4, s. 537.).
Geminin özelliklerinin nasıl olacağı ise, Allah tarafından Nuh Peygambere ulaştırılmıştır (Hûd Suresi,  37. ayet). Bu da gösteriyor ki, geminin inşasına, o günün teknolojisinin bir katkısı olmamıştır. Zaten basit ve yelkenli bir geminin yeryüzünü kaplayan azgın sularda, bu kadar ağır yükü taşıması da mümkün değildir. Buna dayanarak geminin oldukça donanımlı olduğunu söyleyebiliriz.

Nuh peygamberin gemisinin özellikleri hususunda birçok görüş bulunmaktadır. Ancak bu özellikleri ayrıntılı olarak ortaya koymak mümkün değildir. Kuran-ı Kerimde geminin özellikleri hakkında bazı ipuçları haricinde detaya girilmediği gibi geminin dümen ve benzeri donanımlara sahip olup olmadığından da bahsedilmemiştir. Hûd Suresi’nin kırk birinci ayetinde geminin bu gibi özelliklere sahip olmasının gerekmediği anlatılmıştır. Burada geminin hareketi, durması gibi konularda takdirin, sadece Allah’a ait olduğu vurgulanmıştır. Sadece Kamer Suresinin 13. ayetinde geminin çivilerle tutturulmuş levhalarla yapıldığı bildirilmektedir.
13. ayet: Biz Nûh’u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik (Kamer Suresi, 13. ayet).
Ayette geçen “Elvâh” kelimesinin çoğul hali levh‘dir. Levh, maddelerin tahta şeklinde yassı halde olmasına verilen addır. Disâr kelimesinin çoğulu düşür’dür. Geminin tahtalarını birbirine bağlamak için kullanılan bağ, kenet, perçin, çivi ve halat gibi malzemeye disâr denir. Zat-ı elvah ve düsur tabirleri gemiyi ifade etmektedir. Burada sıfatın isim yerine konulmasıyla bir tarif oluşturulmuştur. Böylece geminin, tahtaların birbirlerine özel bir biçimde tutturulmasıyla yapıldığı vurgulanmıştır (Yazır, a.g.e., c. 7, s. 349.).

Yine Hud suresi 40. ayette geçen  “Ta ki emrimiz geldi ve tennur feveran etti.” (Hûd Suresi, 40. ayet) cümlesindeki tennur kelimesi kapalı ocak ya da fırın anlamına gelmektedir. Türkçe’de bunun karşılığı olarak kullanılan kelime tandır kelimesidir. Feveran ise, kuvvet ya da şiddetle kaynamak ve fışkırmak anlamlarına gelmektedir. Bu bilgiler ışığında geminin kaynayıp fışkıran bir kuvvetle harekete geçtiğini düşünebiliriz. Gemi bu yönüyle günümüzde buhar gücüyle çalışan deniz taşıtlarına benzemektedir. Ayrıca geminin harekete hazır olmasıyla tennur’un feveran etmesi arasında da çok güçlü bir bağ vardır. Tennurun feveran etmesi, yüklerin gemiye taşınması için Nuh peygambere gösterilen bir işarettir (Yazır, a.g.e., c. 4 , s. 537 vd.).
Ayette geçen ”Tennurun feveran etmesi” (Hûd suresi, 40. ayet) tabirine, ilim adamları birçok farklı yorum getirmişlerdir. Bu görüşleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Tennur kelimesi, ocak ya da ekmek pişirilen fırın anlamına gelmektedir. Fırın taş malzemeden yapılmıştı ve Nuh peygamberin hanımı bu fırında ekmek pişirmekteydi. Feveran kelimesi ise, suyun kazanda kaynar gibi fırından kaynayıp fışkırması anlamına gelmektedir. 2- Bazen Tennur, Araplar arasında yeryüzü anlamında kullanılmaktaydı. Bu bağlamda tennurun feveranı, yeryüzünden suların fışkırması anlamında kullanılmıştır.
3- Tennur, yeryüzünün yüksek ve şerefli mevkileri demektir. Tennurun feveranı ile suların bu mevkilere kadar fışkırması anlatılmak istenmiştir.
4- ”Farettennur” kelimesi, şafak attı, tan yeri ağardı, sabah oldu anlamına gelmektedir.
5- Tennurun (fırının) feveranı (kızması), mecazi olarak işlerin kızışması anlamında kullanılmıştır.
6- Gemide suyun toplandığı yere tennur denilmekteydi. Bu da gösteriyor ki, bu geminin bir kazanı vardı ve bu kazanın içerisinde, suyun toplandığı bir depo bulunmaktaydı. Bu özellikler, geminin buhar gücüyle çalışan bir gemi olduğunu göstermektedir (Yazır, a.g.e., c.  4 , s. 537 vd ; Bilmen,a.g.e., c. 3,  s. 1473 vd.).

Tufanın, tennurun feveran etmesi olayı ile başlayacağı bilgisinin, Nuh Peygamber’e vahiy yoluyla önceden bildirilmesi ise, bütün bu görüşlerin ortak noktasıdır.

Kamer Suresi’nin 11-14. ayetlerinde de tufanı oluşturan su kütlesinin oluşumu ve geminin özelliği şu şekilde verilmiştir:
11. ayet: Biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmurla açtık.
12. ayet: Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.  
13. ayet: Biz Nûh’u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik.
14. ayet: Gemi, inkâr edilen kimseye (Nuh’a) (Yazır, a.g.e., c. 8, s. 348 ; Bilal Aksoy, Nuh’un Gemisi ve Tufan, s.120 vd. Nuh ismi, Gertrude Jobes’e göre barış, sukûn ve aydınlık anlamlarına gelmektedir. B. Bhatlachargy ise, Nuh kelimesinin “Nevha” kelimesinden türediğini öne sürmektedir. “Nevha” ağlamak, çağırmak gibi anlamlara gelmektedir. Bu yönde düşünen bilim adamları Nuh peygambere bu isimin ; çok ah çekip, ağladığından dolayı verildiği düşüncesindedirler.) bir mükafat olarak gözetimimiz altında yüzüyordu (Kamer Suresi, 11-14. ayet).

On birinci ayette bulutlardan suyun boşalması olayı, gökyüzünün kapılarının açılıp, gök kubbenin ikiye ayrılması olayına benzetilmiştir. ”Suların birleşmesi” suların yan yana gelmesi anlamını değil, birbirine karışma ve birleşme anlamını ifade etmektedir.  Gök kubbenin ikiye ayrılması ifadesi ise, yağan yağmurun çok şiddetli olduğunu göstermektedir. ”pınar pınar fışkırttık” ifadesi de yeryüzündeki su kaynaklarının da aynı şiddette hareket ettiğini ortaya koymaktadır. Böylece tufanı meydana getiren dev su kütlesinin hem yerden hem de gökten fışkıran sularla beslendiği ortaya konulmuştur (Yazır, a.g.e., c. 4 , s. 537 vd.).

Hûd suresi 44. ayette de belirtildiği üzere tufanın sona ermesiyle birlikte gemi Cudi’ye oturmuştur:
44. ayet: ..... Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi (Hûd suresi, 44. ayet).

Cudi, her dağa söylenebilen bir cins isimdir, görüşünde olanların yanında Cudi  kelimesinin bir  dağ ismi olduğunu düşünenlerde vardır. Cudi’yi bir dağ ismi olarak düşünen araştırmacılardan bazıları bu dağın Musul, Şam ve Cezire gibi yerlerde olabileceğini söylemişlerdir (Yazır, a.g.e., c. 4 , s. 541.).

TUFAN SONRASI DURUM

Kuran’da tufan sonrası durum hakkında fazla bir bilgi verilmemiştir. Sadece Hûd Suresi’nin 48. ayetinde inanan insanların sağ salim karaya ulaştıklarından bahsedilmektir.
   
Nuh Peygamberin üç oğlu Sam, Ham, Ya’fes ve bunların eşlerinden başka, gemide bulunan diğer insanların nesil bırakmadığı şeklinde bir görüş bulunmaktadır. Ancak bu, Ona denildi ki: “Ey Nûh! Sana ve seninle birlikte bulunanlardan birçok ümmete bizden esenlik ve bereketlerle (gemiden) in. Daha bir takım ümmetler de olacak ki, biz onları (dünyada) yararlandıracağız. Sonra da bizden kendilerine elem dolu bir azap dokunacak” (Hûd Suresi, 48. ayet) mealinde ki Hûd suresinin 48. ayetine uygun düşmemektedir. Burada” seninle birlikte bulunanlardan” cümlesiyle anlatılmak istenen,  Hûd suresi 40. ayetin ”O’nunla beraber iman edenler pek azdı (Hûd Suresi, 40. ayet) cümlesindeki az tabir edilen kişilerdir. Böylece Nuh peygamberle birlikte gemiye binen ve sayıları az olan kişilerin soyundan gelen milletlerin de olduğu ortaya konulmaktadır (E. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 6, s. 441.).


 

DÜZENLEME: nabonidus / kasım 2016


Kaynak: Kutsal Kitaplardaki Tufan Olayı’nın Tarihi  Temelleri Master Tezi E EROĞLU. Ankara 2007

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANADOLUDA TARİH ÖNCESİ VE TARİHİ ÇAĞLAR

İLK HUKUK KANUNLARI

MANAZAN KAYA YERLEŞİMİ VE KADIN CESEDİ