KURAN’DA TUFAN
Nuh kıssası,
Kuran’da üzerinde en çok durulan kıssalardan birisidir. Nuh kavminin,
peygamberlerinin uyarılarına ve öğütlerine kulak asmaması, ona gösterdikleri
tepkiler ve olayın meydana gelişi birçok ayette detaylarıyla birlikte anlatılmaktadır.
Bu ayetlerde, daha çok tufanı hazırlayan sebepler üzerinde durulmuştur.
Kuran’daki tufan ile ilgili ayetler tarih ve mantık yönünden tam bir tutarlılık
göstermektedir (Maurice
Bucaille, Tevrat İnciller ve Kur’ân, s. 344). Bu
ayetlerde olayın yeri ve zamanı konusunda ayrıntıya girilmemiş, daha çok
nedenleri üzerinde durulmuştur. Kuran’da tufanla ilgili ayetler, son derece
akıcı ve anlaşılır ifadelerle karşımıza çıkmaktadır.
Ayetlerde,
neden-sonuç ilişkisinin ve karşılıklı diyalogların verilmesi bunu sağlayan etkenlerdendir.
Nûh kıssasını anlatan ayetler, özellikle şu surelerde
toplanmıştır:
A'râf (59-64/69-70. ayet),
Hûd (25-29. ayet) ve Nûh (1-28. ayet) Suresi.
Bunun dışında Âl-i İmrân (33-34. ayet),
Nisâ (163. ayet), En’am (84. ayet),
Yûnus (71-74. ayet),
İbrahim (9. ayet),
Enbiyâ (76-77. ayet),
Hac (42. ayet),
Ahzâb (7. ayet),
Sâffât (75-83 ayet),
Sâd (12-14. ayet ),
Mü’min(5/30-31. ayet),
Şûrâ (13. ayet),
Şu’arâ (105-121),
Kâf (12. ayet),
Zâriyât (46. ayet),
Necm ( 52. ayet),
Mü’minûn (23-42. ayet),
Yâsîn (41-44. ayet),
İsrâ (2-3/17. ayet),
Hadîd (26. ayet),
Tahrîm ( 10. ayet ),
Meryem (58. ayet),
Kamer (11-17. ayet),
Ankebût (14-15.
ayet) ve Hâkka Suresi (11-12. ayet)’nde de Nuh kıssası ile ilgili ayetler
bulunmaktadır (H.
Altuntaş - M. Şahin, Kur’an-ı Kerim Meâli, Ank. 2005, s. 30.).
TUFAN ÖNCESİ DURUM
Kuran’da tufan
öncesi durum, birçok surede anlatılmaktadır. Bu sureler içerisinde en geniş
anlatım, Hûd, Â’raf, Nûh ve Mü’minûn Sureleri’nde bulunmaktadır. Hûd Suresi, Nuh kavminin tufan öncesi
durumunu en geniş şekilde ortaya koyan surelerden bir tanesidir. Bu surenin
25-36. ayetlerinde, Hz. Nuh’un kavmine peygamber olarak gönderilmesi ve onlarla
olan inanç problemleri şöyle ortaya konulmaktadır:
25. ayet. Andolsun, biz Nûh’u kavmine peygamber
olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.”
26. ayet: “Allah’tan başkasına ibadet ve kulluk
etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza elem dolu bir günün azabından korkuyorum.”
27. ayet: Kavminin inkâr eden ileri gelenleri, “Biz,
senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların
da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı
herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler
olduğunuzu sanıyoruz” dediler.
28. ayet: Nûh
dedi ki: “Ey Kavmim! Söyleyin bakalım; şâyet ben Rabbimden gelen apaçık bir
delil üzerinde isem ve O kendi katından bana bir rahmet vermiş de, siz ona
karşı kör kalmışsanız, onu istemediğiniz halde, biz sizi ona zorlayacak mıyız?”
29. ayet: “Ey kavmim! Buna karşı ben sizden herhangi
bir mal da istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a âittir. Ben o iman
edenleri (teklifinize uyarak) kovacak da değilim. Çünkü onlar Rablerine
kavuşacaklardır. Fakat ben sizin bilgisizce davranan bir toplum olduğunuzu
görüyorum.”
30. ayet: “Ey kavmim! Eğer ben onları kovarsam, beni
Allah’tan kim koruyabilir? Hiç düşünmüyor musunuz?
31. ayet: Size ben, “Allah’ın hazineleri yanımdadır”,
demiyorum; gaybı da bilmem. “Ben bir meleğim” de demiyorum. Sizin hor
gördüğünüz kimseler için, “Allah onlara asla hiçbir hayır vermez” de diyemem.
Allah onların içlerindekini daha iyi bilir. Böyle bir şey söylersem o zaman ben
gerçekten zâlimlerden olurum.
32. ayet: Dediler ki: “Ey Nûh! Bizimle tartıştın ve
tartışmayı uzattın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi kendisiyle bizi
tehdit ettiğin azabı getir.”
33. ayet: Nûh dedi ki: “Onu size, dilerse ancak Allah
getirir ve siz (Allah’ı) âciz bırakamazsınız.”
34. ayet: Ben size öğüt vermek istesem de, eğer Allah sizi azdırmak istemişse, öğüdüm
size fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir ve O’na döndürüleceksiniz.
36. ayet: Nûh’a vahyolundu ki: “Kavminden daha önce
iman etmiş olanlardan başka, artık hiç kimse iman etmeyecek. O halde, onların
yapmakta oldukları şeylerden dolayı üzülme.” (Hûd Suresi, 25-34/36. ayet).
Hûd suresinin
yirmi beşinci ayetinde olduğu gibi, Ankebût
suresi 14 ve Nuh suresinin 1. ayetinde de Hz. Nuh’un, kendisinin de mensup
olduğu bir kavme peygamber olarak gönderildiği vurgulanmaktadır:
Andolsun, biz Nûh’u kavmine peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi:
“Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.” (Hûd Suresi, 25. ayet)
Andolsun, biz Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik.
O da dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Neticede onlar zulümlerini
sürdürürlerken tûfan kendilerini yakalayıverdi. (Ankebût Suresi, 14. ayet)
Şüphesiz biz Nûh’u, kavmine, “Kendilerine
elem dolu bir azap gelmeden önce kavmini uyar” diye peygamber olarak gönderdik. (Nûh Suresi, 1. ayet)
Kavim kelimesi, aralarında töre,
dil, kültür ortaklığı bulunan, boy ve
soy bakımından birbirine bağlı insan topluluğuna verilen addır. (Nihat Emeksiz, Yeni
Türkçe Sözlük, İst. 2001, s. 268) Ayetten anladığımız
kadarıyla Nuh kavimi, ilahi kudret tarafından uyarılmayı gerektirecek kadar
sapkın bir yaşam sürmüştür. Bu kavmi doğru yola ulaştırma görevi ise, Nuh
Peygambere verilmiştir. Zaten “Kavmine
peygamber olarak gönderdik” (Hûd Suresi, 25. ayet) ifadesinden de Nuh Peygamberin
bütün insanlığa değil, sadece kendi kavmine gönderilen bir peygamber olduğu
anlaşılmaktadır.
Yukarıda Ankebut suresinin on
dördüncü ayetinde de belirtildiği üzere, Nuh peygamber kavmiyle birlikte
dokuzyüz elli yıl yaşamıştır. Ancak bu uzun sürede yaptığı çalışmalar dahi, Nuh
kavminin helak olmasını engelleyememiştir. Kuran-ı Kerim’de peygamberler
içerisinde sadece Nuh peygamberin yaşam süresi verilmektedir (Ahmet Musaoğlu,
Tarihsel Bir Gerçek Nuh (a.s) Tufanı, İst. 1998, s. 60 vd.). Kendisine
biçilen dokuz yüz elli yıl yaşam süresi, günümüze kıyasla oldukça uzun bir
süredir. Kuran’daki dokuz yüz elli yıl yaşam süresi, Nuh peygamberin sadece
yaşını belirtmek amacıyla verilmiş olmayabilir. Çünkü Kuran’da anlatılan
kıssalar, bir neden-sonuç ilişkisi içerisinde anlatılmaktadır. Bu doğrultuda
Kuran’daki kıssalar üzerine düşünerek, birçok sonuca ulaşmak mümkündür.
Bundan hareketle, dokuz yüz elli yıl
yaşam süresini şu şekilde açıklayabiliriz: Hz. Nuh bir kavme peygamber olarak
gönderilmiş ve onlar arasında uzun bir süre kalmıştır. Bu da bin yıldan elli
yıl eksik bir yaşam süresi şeklinde, uzunluğu vurgulayan bir sayısal değerle
ifade edilmiştir. Bir diğer nokta, bu dokuz yüz elli yıllık zaman dilimi, Hz.
Nuh’un yaptığı tebliğin çok uzun ve zorlu geçtiğini belirtmek için verilmiş
olabilir. Belki de Nuh peygamberin gösterdiği sabır ve tebliğdeki zorluk, bir
insanın ancak dokuz yüz elli yılda yaşayabileceği nitelikteydi. Zamanın da bir
değişim süreci olduğu düşünüldüğünde, bu düşünce daha da anlamlı hale
gelmektedir. Sonuç olarak, yukarıdaki düşünceler yorum boyutunu aşmamaktadır.
Dokuz yüz elli yıl gibi, uzun bir ömre işaret eden bu ayetin, çok daha farklı
bir anlamı olabilir.
Yirmi yedinci
ayette ise, Nuh Peygambere inanan insanların, toplumca aşağılandığı
anlatılmaktadır. Buna dayanarak bu toplumda bir efendi-köle anlayışının var
olduğunu söyleyebiliriz. Konuyla ilgili ayet şöyledir: Kavminin
inkâr eden ileri gelenleri, “Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu
görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret
olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu
sanıyoruz” dediler. (Hud
Suresi, 27. ayet)
Belki de Nuh
peygamber’in elçilik ettiği din anlayışı, sadece ibadet çerçevesinde olsaydı,
bu kadar tepki çekmeyecekti. İbadetle ilgili emirler dışında insana değer veren
hükümlerin de olması, toplumun ileri gelenlerini rahatsız etmiştir. Ezilen
insanları ise, Nuh peygambere yakınlaştırmıştır.
Hûd suresi’nin 29.
ayetinde de Nuh peygamber’in kavmini dine davet etmesi anlatılmaktadır. Ayrıca
bu ayette, etrafında toplanan aciz insanları kovması karşılığında Nuh
Peygambere, mükâfat teklif edildiğinden de bahsedilmektedir:
“Ey kavmim!
Buna karşı ben sizden herhangi bir mal da istemiyorum. Benim mükâfatım ancak
Allah’a âittir. Ben o iman edenleri (teklifinize uyarak) kovacak da değilim.
Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizin bilgisizce davranan bir
toplum olduğunuzu görüyorum.” (Hud Suresi, 29. ayet)
Ayette geçen “Benim
mükâfatım ancak Allah’a âittir” ve “Ben
o iman edenleri (teklifinize uyarak) kovacak da değilim.” cümlelerinden Nuh
peygamber’in, kendisine sağlanmak istenen maddi olanakları kabul etmediği
anlaşılmaktadır. Böylece kendisine itaat eden ve toplumun alt tabakasında
bulunan insanların pazarlık konusu edilmesine izin vermemiştir. Çünkü o,
Allah’ın emirlerini insanlara tebliğ etmek suretiyle kazanılacak ödülün daha
önemli olduğu düşüncesindedir.
Kuran-ı Kerim’de tufan öncesi durumu anlatan diğer bir
sure ise, Nûh suresidir. Surenin tamamına yakın bölümünde, tufan olayının
nedenleri üzerinde durulmuştur. Başlıca nedenin ise, peygamberin nasihatlerine
kulak asılmaması olduğu izah edilmiştir.
Hz. Nuh’un kavmine verdiği nasihatler ve bunun karşılığında kavminin ona
gösterdiği tepkiler, Nûh Suresinde şu şekilde bildirilmektedir:
3,4. ayet:
“Allah’a ibadet edin. Ona karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki sizin
günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vakte kadar ertelesin. Şüphesiz,
Allah’ın belirlediği vakit gelince ertelenmez. Keşke bilseydiniz.”
5. ayet: Nûh
şöyle dedi: “Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim.”
6. ayet: "Fakat
benim davetim ancak onların kaçışını artırdı.”
7. ayet:
“Kuşkusuz sen onları bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde
parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inanmamakta
direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler.”
8. ayet: “Sonra
ben onları açık açık davet ettim”
9. ayet: “Sonra,
onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum.”
21. ayet:
Nûh dedi ki: “Rabbim! Gerçekten onlar bana karşı geldiler, malı ve çocuğu ancak kendi
hüsranını artıran kimselere uydular.”
22. ayet:
“Bunlar da, çok büyük bir tuzak kurdular.”
23. ayet:
“Şöyle dediler: “Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Hele hele Vedd’i, Süvâ’ı,
Yeğus’u, Ye’ûk’u ve Nesr’i hiç bırakmayın.”
24. ayet:
“Onlar gerçekten birçoklarını saptırdılar. (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin
sadece sapıklıklarını artır.”
26. ayet: Nûh
şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma!” 27.
ayet: “Çünkü sen onları bırakırsan,
kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kafir kimseler yetiştirirler.”
28. ayet: “Rabbim!
Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve
iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır.”(
Nûh Suresi,
3-4/ 5-9/21-24/26-28.ayet)
Bütün bu
nasihatler, Nuh kavmini kendi bildikleri yoldan döndürmeye yetmemiştir. Burada
ileri derecede bir inatçılık söz konusudur. Bu inatçı kavmin doğru yola
gelmeyeceğini anlayan Hz. Nuh, onları beddualarla Allah’a havale eder. Çünkü bu
toplumun, kendilerinden sonraki nesilleri de kendilerine benzeteceklerinden
korkmaktadır. Bu da peygambere inanmayan bu insanların, çocuklarını küçük
yaşlardan itibaren kendi düşünceleri doğrultusunda yetiştirdiklerini göstermesi
bakımından önemlidir.
Nuh kavmi birçok
puta sahip, putperest bir kavim idi.
Bunlar içerisinde vedd, süva, yeğûs, yeûk ve nesr adlı beş putun diğerlerine
göre daha itibarlı oldukları, Nûh suresinin 23. ayetinde şöyle belirtilmiştir:
“Şöyle
dediler: ‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Hele hele Vedd’i, Sü-vâ’ı, Yeğus’u,
Ye’ûk’u ve Nesr’i hiç bırakmayın.” (Nûh Suresi, 23.ayet)
Toplumun, çok
tanrılı bir din anlayışına sahip olduğunu anlatan ayetlerden bir diğeri ise
A’râf suresinin 70. ayetidir:
Onlar, “Sen bize tek Allah’a ibadet
edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini bırakalım diye mi geldin? Eğer
doğru söyleyenlerden isen haydi bizi tehdit ettiğin azabı bize getir” dediler. (A’râf Suresi, 70. ayet)
Bu ayet, Nuh
kavminin, Allah tarafından kendilerine verilebilecek bir cezadan korkmadıklarını
göstermektedir. Bu düşüncelerini de, bir meydan okuma şeklinde ortaya
koymuşlardır.
Giriş kısmında da
belirtildiği üzere, ilahi gücü görmek için güçlerinin yetmeyeceğini düşünen Nuh
kavimi, ruhani vasıtalarla bunu yapmaya çalışmıştır. Bu ruhani vasıtalar
meleklerdi. “Sabi” adı verilen bu mezhep düşüncesinin bir sonucu olarak ruhani
varlıklar heykelleştirilip, bu heykeller ise, gökyüzündeki yedi yıldızla
ilişkilendirilmiştir. Onlara göre, dünyanın düzeni bu yıldızlara bağlıdır.
Gündüzleri kaybolan yıldızların yerine, yaptıkları putlara bu nazar ile
bakmışlardır. Putlara bakmayla ruhani meleklere bakmanın aynı olduğunu
düşünmekteydiler. Böylece bakışlarının ilahi güce, bu putlar vasıtasıyla
ulaşacağını düşünüyorlardı (İbnü’l
– Esir, El-Kamil Fi’t-Tarih Tercümesi, c. 1, İst. 1985, s. 59-60 ; A. Lütfi
Kazancı, Peygamberler Tarihi, İst. ?, s. 97.).
İnsanın kendisiyle
Allah arasında nurani vasıtaların olduğunu düşünmesi prensibine dayanan bu
ruhçu düşünceye “Sabiilik” denir. Görünmeyen ruhlara, meleklere, yıldızlara,
aya, güneşe ve bunları simgeleyen şekillere tapanlara ise, “sabi” adı verilir.
Sabilik, bütün batıl din ve mezheplerin temelini oluşturmaktadır. Dindeki bu
bozulmanın bütün sonuçları Nuh kavmine yansımıştır. Bundan dolayıdır ki
peygambere iman etmemişlerdir. Çünkü onlar, sadece meleklerin peygamber
olacağını düşünüyorlardı (Ahmet
Kahraman, Mukayeseli Dinler Tarihi, İst. 1993, s. 55 vd.).
Nuh kavmiyle
ilgili olarak yukarıda söz konusu edilen sapkın düşünce, Mü’minûn
suresinin ilgili ayetlerinde şöyle anlatılmaktadır:
23.ayet: Andolsun biz, Nûh’u kendi kavmine peygamber
olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin ondan başka hiçbir
ilahınız yoktur. Allah’a karşı gelmekten hâlâ sakınmaz mısınız?” dedi.
24.ayet: Bunun üzerine kendi kavminden inkâr eden
ileri gelenler şöyle dediler: “Bu ancak sizin gibi bir beşerdir, size üstünlük
taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi bir melek gönderirdi. Biz önceki
atalarımızdan böyle bir şey duymadık.”
25. ayet: “Bu, ancak cinnet getirmiş bir adamdır.
Öyle ise bir müddet onu gözetleyiniz.”
26.ayet: (Nûh), “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı
bana yardım et” dedi.
32. ayet: Onlara, kendilerinden, “Allah’a kulluk
edin, sizin O’ndan başka hiçbir ilahınız yoktur, hâlâ O’na karşı gelmekten sakınmaz
mısınız?” diye öğüt veren bir peygamber gönderdik.
33. ayet: O peygamberin kavminden, Allah’ı inkâr
eden, ahireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında kendilerine bol bol nimet
verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: “O da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz
şeylerden içiyor.”
34. ayet: “Andolsun, kendiniz gibi bir beşere itaat
ederseniz mutlaka ziyana uğrarsınız.”
35. ayet: “O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline
geldiğiniz zaman sizin tekrar mutlaka (diriltilip) çıkarılacağınızı mı vaad
ediyor?”
36. ayet: “Hâlbuki bu size vaad olunan şey, ne kadar
da uzak!”
37.ayet: “Hayat, bu dünya hayatından ibarettir.
Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz.”
38. ayet: “Bu, Allah’a karşı yalan uyduran bir
kimseden başkası değildir. Biz ona inanmayız.”
39.ayet: O peygamber, “Ey Rabbim! yalanlamalarına
karşı bana yardım et” dedi.
40. ayet: Allah, “Yakın zamanda mutlaka pişman
olacaklardır!” dedi (Mü’minûn Suresi, 23-26-/32-40. ayet).
Peygamberi yalanlayan ve toplumu bu yönde
sürükleyenlerin varlıklı insanlar oldukları,
33. ayette geçen “dünya hayatında
kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler” (Mü’minûn Suresi, 33. ayet) ifadesiyle
ortaya konulmaktadır.
Diğer surelerde olduğu gibi, Â’râf Suresinin 59-64.
ayetlerinde de tufanın nedenleri üzerinde durulmuştur:
59.ayet:
Andolsun, Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim!
Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Şüphesiz ben
sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum” dedi.
60. ayet:
Kavminin ileri gelenleri, “Biz seni açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz”
dediler. 61. ayet: (Nûh onlara)
şöyle dedi: “Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yok. Aksine ben, Âlemlerin
Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.”
62. ayet: “Ben
size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin
bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum.”
63. ayet: Sizi
uyarması ve sizin de Allah’a karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için, içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden
size bir zikir (vahiy ve öğüt) gelmesine şaştınız mı?
64. ayet:
Derken kavmi onu yalanladı. Biz de onu ve gemide onunla beraber bulunanları
kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Çünkü onlar (vicdanları
hakka kapalı) kör bir kavim idiler (Â’râf Suresi, 59-64. ayet).
Sonuç olarak, ayetlerin ışığında Nuh kavminin genel
özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Sabiilik adı
verilen düşünce doğrultusunda, putlar yapan ve bunlara tapan çok tanrılı bir
kavim idiler (Nûh
Suresi 23. ayet; Mü’minûn 23. ayet; Â’râf Suresi, 70. ayet).
2- İnsandan
peygamber olmaz düşüncesine sahiptiler. Onlara göre, sadece melekler peygamber olarak
gönderilebilirdi (Hûd
Suresi, 31. ayet; Mü’minun 24/33-34. ayet; Â’râf Suresi, 63. ayet.96 Mü’minûn Suresi, 33/
35-37. ayet).
3- Ölüm ötesi hayata inanmıyorlardı. Ödül ve cezanın
sadece dünya hayatı için geçerli olduğunu düşünüyorlardı.96
4- Bu kavim, hem sosyal hem de dini hayatta aşırıya
giden bir yaşam sürmekteydi (Hûd Suresi 29/36. ayet; Nûh Suresi 7/21/24/27. ayet; Zâriyât
Suresi, 46. ayet; Necm Suresi, 52. ayet;
Mü’minûn Suresi, 24-25. ayet).
5- Nuh peygambere karşı çıkarak, insanları bu yöne
sürükleyen kavmin önde gelenleri varlıklı insanlardı (Mü’minûn Suresi, 33. ayet).
6- Toplumda zengin-fakir ayrımı çok ileri derecede
idi. Kölelik, çok katı ve insan haklarına aykırı bir biçimde uygulanmaktaydı (Hûd Suresi, 27/29-30. ayet).
TUFAN
OLAYI’NIN CEREYANI
Kuran’da tufan
olayının cereyanı birçok surede verilmekle birlikte, özellikle Hûd, Kamer ve
Nûh surelerinde daha uzun anlatılmıştır. Nûh suresinde tufanın başlangıcı, Hûd
Suresinde gelişimi ve Kamer suresinde ise, tufanı oluşturan suyun kaynakları
üzerinde daha çok durulmuştur.
Tufanın
başlangıcındaki durum, Hûd ve Nûh Suresinin ilgili ayetlerinde şöyle ortaya
konulmaktadır:
Nûh Suresi, 26.
ayet: Nûh şöyle dedi: “Ey Rabbim!
Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma!”
27. ayet: “Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve
kafir kimseler yetiştirirler.”
28.ayet: “Rabbim! Beni, ana ve babamı, iman etmiş
olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları
bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır” (Nûh Suresi, 26-28. ayet).
Hûd Suresi, 36.
ayet: Nûh’a vahyolundu ki: “Kavminden
daha önce iman etmiş olanlardan başka, artık hiç kimse iman etmeyecek. O halde,
onların yapmakta oldukları şeylerden dolayı üzülme.”
37. ayet: “Gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi
yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme. Çünkü onlar suda
boğulacaklardır”(Hûd
Suresi, 36-37. ayet).
Bu iki sureye göre
tufan, Nuh peygamberin Allah’a dua ederek, yardım istemesi ve duasının kabul
edilmesiyle başlamıştır. Peygamberin yardım istemesinin sebebi, daha öncede
belirttiğimiz gibi, uzun süre dine davet ettiği kavminden ümidini kesmesi
olmuştur. Ayrıca, kavminin kendisine inanmamasından çok, sapkın düşüncelerini
sonraki nesillere aktarmalarından endişe duymuştur (Nûh Suresi, 27. ayet). Bunun
sonrasında Allah, Hz. Nuh’a duasını kabul ettiğini ve o güne kadar iman etmiş
olanların dışında kimsenin iman etmeyeceğini bildirmiştir. Bununla birlikte Hz.
Nuh’a, iman etmemekte direnen bu inatçı kavimin yaptıklarından dolayı üzülmemesi
gerektiği de hatırlatılmıştır (Hûd
Suresi, 36. ayet). Bu da gösteriyor ki Hz. Nuh, kendine verilen
peygamberlik görevini hakkıyla yerine getirmiştir.
Tufan’ın sadece
inanmayan bu kavimle sınırlı olacağı, Nuh Suresi’nin 26. ayetinden
anlaşılmaktadır. Ayette kullanılan yerin anlamı yeryüzü ile aynıdır. Ancak başında bulunan
“lâm” ‘ın “ahd “için olması ile Nuh’un kavminin yaşadığı bölge kastedilmiştir (E. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili,
c. 8, İst. 1995,
s. 357).
Hûd suresinin 38-44. ayetlerinde ise, tufan olayı
hazırlık aşamasından itibaren şöyle anlatılmaktadır:
38. ayet: (Nûh)
gemiyi yapıyordu. Kavminden ileri
gelenler her ne zaman yanına uğrasalar, onunla alay ediyorlardı. Dedi ki:
“Bizimle alay ediyorsanız, sizin bizimle alay ettiğiniz gibi biz de sizinle
alay edeceğiz.”
39. ayet:
Artık, geldiği kimseyi rezil eden azabın kime geleceğini, kimin üzerine sürekli
bir azabın ineceğini ileride anlayacaksınız.
40. ayet: Nihayet
emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca) Nûh’a dedik
ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de kendileri hakkında
daha önce hüküm verilmiş olanlar dışındaki âilen ile iman edenleri ona yükle.” Ama
onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti.
41. ayet:
(Nûh), “Binin ona. Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır.
Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” dedi.
42. ayet: Gemi,
dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nûh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna,
“Yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin, inkârcılarla birlikte olma” diye
seslendi.
43. ayet: O,
“Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. Nûh, “Bugün Allah’ın
rahmet ettikleri hariç, onun azabından korunacak hiç kimse yoktur” dedi. Derken
aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu.
44.ayet: “Ey
yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi
de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu Allah’ın rahmetinden uzak olsun!”
denildi (Hûd
Suresi, 38-44.
ayet).
Ayetlerden anlaşılacağı üzere, Hz. Nuh, aldığı ilahi
emir doğrultusunda gemiyi yapmaya başlamıştır. Bu nedenle de inanmayan
insanlar, her fırsatta onunla alay etmişlerdir (Hûd Suresi, 38. ayet). Büyük
ihtimalle bu insanlar, o güne kadar bir gemi görmemişlerdi. Bu yüzden de onun
ne işe yaradığını bilmiyorlardı. Gemi yapımıyla alay edilmesinin diğer bir
nedeni ise, bu bölgede geminin yüzeceği büyüklükte bir su kütlesinin
bulunmamasıdır. Çünkü denizden kilometrelerce uzakta yapılan bir geminin,
denize nasıl taşınacağını akıl edemiyorlardı. Hâlbuki inanışa göre, geminin
denize gitmesine gerek olmayacak, deniz benzeri bir su kütlesi geminin yanında
oluşacaktı (Ö.
N. Bilmen, Kur’anı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, c. 3, s. 1470.).
Kuran’da gemi
büyüklüğünün, inanan insanları, her çeşit hayvanattan birer çifti ve ihtiyaç
duyulacak yiyecek maddelerini alacak ölçülerde olduğu anlaşılmaktadır (E. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili,
c. 4, s. 537.).
Geminin
özelliklerinin nasıl olacağı ise, Allah tarafından Nuh Peygambere
ulaştırılmıştır (Hûd
Suresi, 37.
ayet). Bu da gösteriyor ki, geminin inşasına, o günün
teknolojisinin bir katkısı olmamıştır. Zaten basit ve yelkenli bir geminin
yeryüzünü kaplayan azgın sularda, bu kadar ağır yükü taşıması da mümkün
değildir. Buna dayanarak geminin oldukça donanımlı olduğunu söyleyebiliriz.
Nuh peygamberin gemisinin özellikleri hususunda birçok
görüş bulunmaktadır. Ancak bu özellikleri ayrıntılı olarak ortaya koymak mümkün
değildir. Kuran-ı Kerimde geminin özellikleri hakkında bazı ipuçları haricinde
detaya girilmediği gibi geminin dümen ve benzeri donanımlara sahip olup
olmadığından da bahsedilmemiştir. Hûd Suresi’nin kırk birinci ayetinde geminin
bu gibi özelliklere sahip olmasının gerekmediği anlatılmıştır. Burada geminin
hareketi, durması gibi konularda takdirin, sadece Allah’a ait olduğu
vurgulanmıştır. Sadece Kamer Suresinin 13. ayetinde geminin çivilerle
tutturulmuş levhalarla yapıldığı bildirilmektedir.
13. ayet: Biz
Nûh’u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik (Kamer Suresi, 13. ayet).
Ayette geçen “Elvâh”
kelimesinin çoğul hali levh‘dir. Levh, maddelerin tahta şeklinde yassı halde
olmasına verilen addır. Disâr kelimesinin çoğulu düşür’dür. Geminin tahtalarını
birbirine bağlamak için kullanılan bağ, kenet, perçin, çivi ve halat gibi
malzemeye disâr denir. Zat-ı elvah ve düsur tabirleri gemiyi ifade etmektedir.
Burada sıfatın isim yerine konulmasıyla bir tarif oluşturulmuştur. Böylece
geminin, tahtaların birbirlerine özel bir biçimde tutturulmasıyla yapıldığı
vurgulanmıştır (Yazır,
a.g.e., c. 7, s. 349.).
Yine Hud suresi 40. ayette geçen “Ta ki
emrimiz geldi ve tennur feveran etti.” (Hûd Suresi, 40. ayet) cümlesindeki
tennur kelimesi kapalı ocak ya da fırın anlamına gelmektedir. Türkçe’de bunun
karşılığı olarak kullanılan kelime tandır kelimesidir. Feveran ise, kuvvet ya
da şiddetle kaynamak ve fışkırmak anlamlarına gelmektedir. Bu bilgiler ışığında
geminin kaynayıp fışkıran bir kuvvetle harekete geçtiğini düşünebiliriz. Gemi
bu yönüyle günümüzde buhar gücüyle çalışan deniz taşıtlarına benzemektedir.
Ayrıca geminin harekete hazır olmasıyla tennur’un feveran etmesi arasında da
çok güçlü bir bağ vardır. Tennurun feveran etmesi, yüklerin gemiye taşınması
için Nuh peygambere gösterilen bir işarettir (Yazır, a.g.e., c. 4 , s. 537 vd.).
Ayette geçen ”Tennurun feveran etmesi” (Hûd suresi, 40. ayet) tabirine, ilim adamları birçok farklı yorum getirmişlerdir. Bu görüşleri
şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Tennur
kelimesi, ocak ya da ekmek pişirilen fırın anlamına gelmektedir. Fırın taş
malzemeden yapılmıştı ve Nuh peygamberin hanımı bu fırında ekmek pişirmekteydi.
Feveran kelimesi ise, suyun kazanda kaynar gibi fırından kaynayıp fışkırması
anlamına gelmektedir. 2- Bazen Tennur, Araplar arasında yeryüzü anlamında
kullanılmaktaydı. Bu bağlamda tennurun feveranı, yeryüzünden suların fışkırması
anlamında kullanılmıştır.
3- Tennur,
yeryüzünün yüksek ve şerefli mevkileri demektir. Tennurun feveranı ile suların
bu mevkilere kadar fışkırması anlatılmak istenmiştir.
4- ”Farettennur”
kelimesi, şafak attı, tan yeri ağardı, sabah oldu anlamına gelmektedir.
5- Tennurun
(fırının) feveranı (kızması), mecazi olarak işlerin kızışması anlamında
kullanılmıştır.
6- Gemide suyun
toplandığı yere tennur denilmekteydi. Bu da gösteriyor ki, bu geminin bir
kazanı vardı ve bu kazanın içerisinde, suyun toplandığı bir depo bulunmaktaydı.
Bu özellikler, geminin buhar gücüyle çalışan bir gemi olduğunu göstermektedir (Yazır, a.g.e., c. 4 , s. 537 vd ; Bilmen,a.g.e., c. 3, s. 1473 vd.).
Tufanın, tennurun feveran etmesi olayı ile başlayacağı
bilgisinin, Nuh Peygamber’e vahiy yoluyla önceden bildirilmesi ise, bütün bu
görüşlerin ortak noktasıdır.
Kamer Suresi’nin
11-14. ayetlerinde de tufanı oluşturan su kütlesinin oluşumu ve geminin
özelliği şu şekilde verilmiştir:
11. ayet: Biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan
bir yağmurla açtık.
12. ayet: Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir
edilmiş bir iş için birleşti.
13. ayet: Biz Nûh’u çivilerle perçinli levhalardan
oluşan gemiye bindirdik.
14. ayet: Gemi, inkâr edilen kimseye (Nuh’a) (Yazır, a.g.e., c. 8, s. 348 ; Bilal
Aksoy, Nuh’un Gemisi ve Tufan, s.120 vd. Nuh ismi, Gertrude Jobes’e göre barış,
sukûn ve aydınlık anlamlarına gelmektedir. B. Bhatlachargy ise, Nuh kelimesinin
“Nevha” kelimesinden türediğini öne sürmektedir. “Nevha” ağlamak, çağırmak gibi
anlamlara gelmektedir. Bu yönde düşünen bilim adamları Nuh peygambere bu isimin
; çok ah çekip, ağladığından dolayı verildiği düşüncesindedirler.) bir mükafat olarak gözetimimiz
altında yüzüyordu (Kamer
Suresi, 11-14. ayet).
On birinci ayette bulutlardan suyun boşalması olayı,
gökyüzünün kapılarının açılıp, gök kubbenin ikiye ayrılması olayına
benzetilmiştir. ”Suların birleşmesi” suların yan yana gelmesi anlamını değil,
birbirine karışma ve birleşme anlamını ifade etmektedir. Gök kubbenin ikiye ayrılması ifadesi ise,
yağan yağmurun çok şiddetli olduğunu göstermektedir. ”pınar pınar fışkırttık”
ifadesi de yeryüzündeki su kaynaklarının da aynı şiddette hareket ettiğini
ortaya koymaktadır. Böylece tufanı meydana getiren dev su kütlesinin hem yerden
hem de gökten fışkıran sularla beslendiği ortaya konulmuştur (Yazır, a.g.e., c. 4 , s. 537
vd.).
Hûd suresi 44.
ayette de belirtildiği üzere tufanın sona ermesiyle birlikte gemi Cudi’ye
oturmuştur:
44. ayet: ..... Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler
topluluğu Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi (Hûd suresi, 44. ayet).
Cudi, her dağa
söylenebilen bir cins isimdir, görüşünde olanların yanında Cudi kelimesinin bir dağ ismi olduğunu düşünenlerde vardır.
Cudi’yi bir dağ ismi olarak
düşünen araştırmacılardan bazıları bu dağın Musul, Şam ve Cezire gibi yerlerde olabileceğini
söylemişlerdir (Yazır,
a.g.e., c. 4 , s. 541.).
TUFAN
SONRASI DURUM
Kuran’da tufan
sonrası durum hakkında fazla bir bilgi verilmemiştir. Sadece Hûd Suresi’nin 48.
ayetinde inanan insanların sağ salim karaya ulaştıklarından bahsedilmektir.
Nuh Peygamberin üç oğlu Sam, Ham, Ya’fes ve bunların
eşlerinden başka, gemide bulunan diğer insanların nesil bırakmadığı şeklinde
bir görüş bulunmaktadır. Ancak bu, Ona denildi ki: “Ey Nûh! Sana ve seninle
birlikte bulunanlardan birçok ümmete bizden esenlik ve bereketlerle (gemiden)
in. Daha bir takım ümmetler de olacak ki, biz onları (dünyada)
yararlandıracağız. Sonra da bizden kendilerine elem dolu bir azap dokunacak” (Hûd Suresi, 48. ayet) mealinde ki
Hûd suresinin 48. ayetine uygun düşmemektedir. Burada” seninle birlikte bulunanlardan” cümlesiyle anlatılmak istenen, Hûd suresi 40. ayetin ”O’nunla beraber iman edenler pek azdı” (Hûd Suresi, 40. ayet) cümlesindeki
az tabir edilen kişilerdir. Böylece Nuh peygamberle birlikte gemiye binen ve
sayıları az olan kişilerin soyundan gelen milletlerin de olduğu ortaya
konulmaktadır (E.
M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 6, s. 441.).
DÜZENLEME:
nabonidus / kasım 2016
Yorumlar