İLK HUKUK KANUNLARI


Birçok araştırma metinlerinde ısrarla belirtilen ortak ifade; tarihte ilk hukuk kanunlarının başlangıcı, Babil kralı Hammurabi (Hammu-rabi!) döneminde düzenlenen kanunlar olduğu görüşünde birleşirler. Tarih yorumcuları ve konuyla ilgili araştırmacılar belge niteliğindeki eski çivi yazılı metinlerin yetersizliğinden dolayı ilk Hukuk Kanunlarının yaklaşık İ.Ö.1728-1686 (Bu tarihler bazı kaynaklarda farklı olarak ele alınmaktadırlar.) tarihleri arasında egemenlik sürdüren Babil kralı Hammurabi’nin büyük başarısı olduğunu çoğunlukla kabullenmiş bir şekilde boyun eğerler. Oysa gerçeği yansıtmaya çalışan tarihsel ifadeler, yorumlar ve yeni eklenen belgelerin öne sürdüğü bilgilerden yola çıkıldığında Sümerlerin yaşadığı Mezopotamya bölgesinde sadece Hammurabi’nin kanun koyucu bir kral olmadığı görülmektedir. Bunun nedeni de son dönemlerde arkeolojik kazılar sırasında ele geçen yasa tabletlerinin bulunmasına bağlanır. Tarihsel akış içinde kronolojik olarak sıralanan yasalarla ilgili ilk belirlemeler, kralların bölgeyi daha iyi bir şekilde yönetmek ve kendilerini düşman krallıklarına karşı çok daha güçlü göstermek için çıkardıkları yasalar olduğu görülmektedir. Bu yasalar; Urukagina (yaklaşık İ.Ö.2370), Ur-nammu (yaklaşık İ.Ö. 2047-Ur-dingir-nammu), Ana-İttuşu (İ.Ö. 2060-1960 tarihleri arasında hüküm sürmüş III Ur Hanedanı döneminde yazılmış olabileceği düşünülmektedir.), Lipit-İştar (yaklaşık İ.Ö.1934-1924) Lipit-İştar kanunlarından çok sonraları ortaya çıkan Eşnunna ve babil kralı Hammurabi (yaklaşık İ.Ö.1728-1686) şeklinde sıralanır. Tarihsel açıdan kronolojik bir sıralama içinde görünen bu yasalar, krallar tarafından bölgenin geleneklerine uygun hazırlanan yasaların egemenlik otoritesinin daha önde olduğuna işaret olarak hazırlanmıştır. Krallar tarafından çıkarılan yasaların özellikle bölgede çok tanrılı tapınmanın önderleri olan rahiplerin çıkarlarını korumak adına örgütlenerek otoriteyi kemirmelerine karşılık oluşturulan hukuk yasaları olduğu şeklinde ifade edilmektedir. Mezopotamya bölgesinde egemenlik kurmuş kent krallıklarında ortaya çıkan irticai hareketliliğin devamı aradan yıllar geçmesine rağmen hala çoğu yerlerde aynı örnekler uygulanmış ve insanlar tanrısal korku nedeniyle sömürüldüklerinin farkında olamamışlardı. Kazılar sırasında ele geçirilen arkeolojik belgelerle, Mezopotamya ve Mısır bölgelerindeki uygulamalara bakıldığında yaklaşık olarak onbinlerce yıl önce hareketlenen din baskısı temel alınarak, irticai hareketin başlama noktaları olarak belleklerde yer edinmektedir. Buna örnek olarak Mısır firavunu Akhenaton’un (Amenofis IV-yaklaşık(İ.Ö. 1353-1336 ) Amon tapınağından sokaklara kadar inen rahiplerin önderliğindeki irticai akının krallığı tehdit etmesiyle yaptığı darbe girişimini gösterebiliriz. Çağdaş dünyada bile bu eski geleneklerden vazgeçmeyen sözde din akademisyenleri, böyle bir baskının olmadığı ve temelde insanın dinsel kişiliğinin yer aldığını belirtmeye çalışırlar, ancak nedense kutsal mekânlarda açıkça “dini” siyasal malzeme olarak kullanıp, örgütlendiklerini de izole ederler. Günümüz Türkiye’sinde yüzlerce iş yeri, mescid ve medreselerde bu örgütlenmeye benzer çalışmaların olduğunu hiç kimse inkar edemez. Bu tür örgütlenmelerde kesinlikle dinsel bir birliktelik görülmediği gibi sadece ticari kaygılardan dolayı çıkarların yara almaması için yapıldığına yakından tanık olabiliriz. İşte, görüleceği gibi özellikle Mezopotamya bölgesinde kralların yeni hukuksal yasaları yaratma girişimi dönemin rahiplerinin aynı şeklide çıkarlarını korumak için bir taraftan krallığı zor duruma düşürdüğü bir taraftan da halkı bu şekilde sömürdükleri ortaya çıktığı için uygulanmıştır. Rahiplerin çıkarları için yaptıkları baskılara karşı alınan bir dizi önlemlere bakıldığında Mezopotamya bölgesindeki kent krallarından bazılarının “Laiklik” sisteminin başlamasına önder oldukları görülmektedir.

Lagaş kent kralı Urukagina

Mezopotamya Bölgesinin siyasal açıdan oldukça sıkıntılı ve zor bir şekilde yönetilmesinde ortaya çıkarılan ilk hukuksal yasalar, kral Urukagina döneminde olmuştur. Kazı yapan ve kazı raporlarını tutan arkeologlar tarafından ele geçen belgeler çözüldükten sonra kralın adına uygun olarak dönemin kanunlarına “Urukagina Kanunları” adı verilmiştir. Lagaş kent kralı olan Urukagina, yaklaşık İ.Ö. 2370 civarında hüküm sürmüştür. Urukagina kral olmadan önce bir Ensi’ydi (Ensi: Kent ya da bölge sorumlusu-Vali anlamında kullanılmıştır). Urukagina, Lagaş Kent kralı Ur-nanşe’den sonra egemenlik kuran kentin sekizinci kralı şeklinde belirtilmiştir. (Bazı tarihsel metinlerde de Lagaş kent kralı Lugalbanda’dan sonra dokuzuncu kral olarak tanıtılmaktadır!) Urukagina vali olduğu dönemde Ur-nanşe Hanedanlığına karşı ayaklanarak başa geçer. Döneminde tapınaklarda görevli rahiplerin dini kötüye kullanarak halktan haksız yere mal topladıklarını görür ve krallığı döneminde onlarla uğraşmaya başlar. (Günümüz Türkiye’sinde de aynı yoldan para toplayan kurumlar, dernekler ve cemaatler var, ancak bu kurumlar, dernekler ve cemaatler, kral Urukagina’nın düşüncesinin tam tersine siyasal kadrolardan da destek görerek açıkça kendilerini belli ediyorlar. Dini kullanarak saf, temiz, duygusal vatandaşı bu şekilde aldatarak kazanç elde ederler.) Urukagina, din adına halktan para toplayanları şiddetle cezalandırmıştır. Onun otoritesiyle halk, din adına mal toplayan rahiplerin komplolarından kurtulmuştur. Yoksullara yardım krallığın otoritesinde toplanmıştır. Son derece reformcu bir kral olan Urukagina’nın egemenliği ise kısa sürer. Lagaş kentinde yaşayanlara inanılmaz bir özgürlük getirir. Rüşveti ve din adamlarının halktan haksız yoldan mal almalarını yasaklar, orta sınıf için yeni vergi adaleti getirir. Onun bu reformlarını duyan komşu kent devleti belki de dönemin emperyalist devleti olan Umma kralı diktatör Lugalzaggazı kıskançlık ve korku sendromu yaşar. Kendi halkı da ayaklanıp, aynı özgürlüğü isteyecek korkusuyla Lagaş kent krallığına saldırır. Kenti yakar, yıkar ve yerle bir eder. Kral Urukagina’yı da tahttan indirir. Umma kralının saldırıları sonucu kutsal yerler yağmalanmış ve Urukagina’nın yasa tabletleri de bir yoldan imha edilmişti. Reformcu bir kral olarak da bilinen Urukagina Yoksulların zenginler karşısında sömürülmesini ve haksızlığa uğramalarını önlemişti. Kenti hırsızlar, tefeciler, sahte din adamlarının fetvalarından ve sokaklarda rahatlıkla dolaşan katillerden de arındırmıştı. Fransız arkeologların 1878 yılında bölgede yaptığı kazılar sırasında Urukagina’ya ait olan bazı yasa tabletleri bulunur. Bulunan tabletler yazıtbilimci Francois Thureau-Dangin tarafından çözülür ve Sümerolog Arno Poebel tarafından da yorumlanır. Bu yorumlar sonunda ilk defa sosyal yasaların Urukagina tarafından uygulandığı belirtilmiştir. Belge niteliğindeki tabletler, Urukagina’nın döneminde uyguladığı sosyal adaletin günümüz sosyalizmin temellerine yönelik bir çalışma olduğunu ifade etmek isterim. Dengelerle sosyal eşitliği sağlamak için oldukça çaba gösterir. Din işlerini de devlet işlerinden ayırır, ancak dinin denetimini de krallığın bünyesine alır. Sosyal kanunlarıyla ilgili bir tabletin çevirisinde “…. Tanrıların sığırları ensiye ait tarlaların sulanmasında kullanılıyordu. En iyi tarlalar ensinin dostlarına veriliyordu. Semiz eşeği ve sığır rahipler alıyorlardı. Ürünleri rahipler ensinin dostlarına taksim ediyorlardı. Herhangi bir yerin rahibi, bir fakirin anasının bahçesindeki ağaçları kendisi için kesiyor ve meyvelerini alıyordu. Mezara bir ölü gömülürse, rahip kendi içkisi için 7 testi bira, kendi yemesi için 420 ekmek ve 120 sila (ölçek) arpa, bir elbise, bir oğlak ve bir yatak alıyordu…” şeklinde Lagaş’ın eski geleneklerini anlatarak kanunlarını belirtmeye başlamıştı. Bu metinde de görüldüğü gibi din adamları halkı aldatmış ve tanrısal baskıyı kullanarak yeraltı dünyasındaki korku, işkence gibi tehdit içerici davranışları sergileyip, bir anlamda da dolandırıcılık yapmışlardı. Günümüz Türkiye’sinde âhlâki değerlerden uzak davranışlar ne yazık ki tapınma alanlarının içinde ve dışında rahatlıkla görülmektedir. Urukagina kanunları dönemin yazmanları tarafından oval bir tablet üzerinde yazılmış, mülkiyet ve aile hukuku üzerinde bilgiler içermektedir. Bazı belgelerde kısa ifadelerle kral Urukagina’ya ait olduğu belirtilen reformların ilk kanun koyucu reformlar olduğu belirtilmişse de bilinmeyen nedenlerle bu düşünceler önemli görülmeyerek zamanla ortadan kaldırılmıştır. Bunun tek nedenini ondan sonra gelen kralların bu tür çalışmaları kıskanmalarından dolayı hazır olan tabletleri imha etmesine bağlayabiliriz.

“III’ncü Ur Hanedan” kralı Ur-nammu (Ur-dingir-nammu)

Tarih işte, eskiye yönelik bilgilerin kitaplara geçmediği, ancak taşlara ve kilden yapılmış kalıplara çivi yazısıyla geçirildiği için bir zaman sonra bulunup, çözülmeleri sonucunda kısmen de olsa gerçek yönler ortaya çıkmaktadır. Urukagina’dan başka Üçüncü Ur Hanedanlığın kurucu kralı Ur-nammu’nun da yasalar ortaya koyduğu görülmektedir. Uruk kentinde egemenlik yapan kral Utekengal döneminde Ur valisi olarak görev yapmaktaydı. Ur-nammu’nun hükümdarlığı, Lagaş ensisi olan Ur-banu’nun damadı Namhani’ye saldırıp, onu öldürmekle başlar. Kent devletinin üzerinde kralın otoritesini iyi kullanmadığı gerekçesiyle zor kullanıp, darbe yaparak kral Utekengal(Utuhegal) tahtan indirir ve kendisi de krallık koltuğuna geçer. Böylece valisi (Ensi) bulunduğu Ur kentinin başına kral olarak geçmiş olur. Sanatsal ve kültürel işlere ağırlık veren Ur-nammu (Ur-dingir-nammu), son derece güçlü ve otoritesi sağlam olan bir kral şeklinde belirtilmektedir. Ensi olduğu dönemlerde krallığın otoritesini kaybettiği bir sırada yasaların din adamları tarafından uygulandığını bildiği için ilk işi bu yasaları din adamlarının (rahip) elinden alarak devlet sorunu haline getirir ve rahiplerin bütün işlemlerini de devlet tarafından yürütülmesine karar verir. Görüleceği gibi Ur-nammu, bir anlamda da günümüz “laiklik” sistemine gönderme olacak bir çalışma sergiler. Urukagina’nın ortaya koyduğu ilkelerin benzeri şeklinde din ve devlet işlerini birbirinden ayırırken, dinin devletin denetimi altında tutulmasını sağlar. Ur-nammu da yasalar çıkarır. Tarihsel belgelerde bu yasaların İ.Ö.2050 olduğu belirtilmektedir. Bu yasaların bir benzer çalışması yaklaşık 300 yıl sonra Babil’de krallık koltuğuna oturan Hammurabi tarafından da farklı maddelerle ele alınmış olacağı görülecektir. 1889-1890 yılındaki arkeolojik kazılar sırasında Ur-nammu’nun çıkardığı yasa tabletlerinin bazıları bulunarak İstanbul Eski Şark Eserleri müzesinde koruma altına alınmışlardı. Çevirileri ise 1952 yılında yapılmıştır. Ancak detaylı çalışmalar 1956 yılında Samuel Noah Kramer tarafından yapılınca kanun tabletleri olduğu ortaya çıkmıştır. Ur-nammu, Sümerlerin başına bela olduğu söylenen Gutilerle (Gutilerin Kürtlerin ataları olduğu söylenmektedir) yaptığı bir savaşta öldürülür. Urukagina’dan yaklaşık 300 yıl sonra Ur kentinde yaşayan ve III Ur Handan kurucusu olarak bilinen kral Ur-Nammu’nun çıkardığı yasalar tartışma konusu olacağından belki de bilinçli olarak tozlu raflarda bekletilmiştir. Bu kanunları Ur kentinde yaşayanların daha özgür ve demokratik olması amacıyla çıkarmıştı. Kanunlarla İlgili tabletler İstanbul Arkeoloji Müzesinde dünya Sümerolog’u olarak tanıtılan Samuel Noah Kramer tarafından bulunarak günümüze kazandırılmıştır. O dönemlerde Türk Sümerolog, Muazzez İlmiye Çığ da Arkeoloji müzesinde görev yapmaktaydı(!) Demek ki Samuel Noah Kramer de olmasaymış bu tabletler İstanbul Arkeoloji Müzesinde geri dönülmez bir uykuya gönderilecekti. Tabletlerin iyi korunamamasından dolayı tam okunmadığı ve başlangıçta uzun bir metnin yer aldığı belirtilmektedir. 1955 yılında Nippur kazılarında yapılan incelemelerde Ur-Nammu’ya ait olduğu ifade edilen yazılıtaşta kralın demokratik bir devrim yaptığı ve çıkardığı yasalarla sosyal adaleti en iyi şekilde ele alarak kişilik haklarına özgürlük getirmiş olduğu belirtiliyor. Yasada, yalan suçlamalar, Kaçak köleler ve yaralamalar öncelikli olarak işlenmişti. Yasanın giriş bölümündeki metin, araştırmacıları oldukça düşündürmüştür. Metinde “…Dünya yaratıldıktan sonra Tanrı An ve Tanrı Enlil, Ur krallığını Ay tanrısı Nanna’ya verdi. Bir gün Ur-nammu, Ur’da tanrı temsilcisi olarak seçildi. O, sınır komşusu Lagaş ile savaş yaptı ve onun valisi Namani’yı tanrı Nanna’nın gücüyle öldürdü. Urun sınırını eski haline getirdi. Uzunluk ve ağırlık ölçülerini namuslu ve değişmez yaptı. Öküzü, yetimi, zengine ezdirmedi. Dulu güçlünün eline bırakmadı…. Yoksulu zenginin eline düşürmedi…” şeklinde bilgiler görülmektedir. Kralın egemenlik yaptığı dönemde çok tanrılı tapınaklarda irticai gösteriler düzenleyen cemaatlerle de son derece uğraştığı görülmektedir. Krallığın gücünü yitirmesine irticainin hortlamasıyla cemaatlerin ortaya koyduğu baskılarla pasif duruma düşmesinden rahatsız olan Ur-nammu, bu deneyimlerinden yola çıkarak son derece adaletli bir krallık dönemi başlatır. Hatta krallık ilkelerini o dönemde yazılı ifade yolu olmadığı için tapınak duvarlarına işleyerek devrimin bir lideri şeklinde yoksul ve ezilmişlere insanı çağrılar yapar. Dini alet ederek halkı sömüren ve krallık otoritesini zedeleyen irticai gurupları kısa sürede etkisiz hale getirir. Kısacası Ur-nammu, sosyalist bir hareket getirir ve kenti ezen bir sınıfın elinden kurtarır. Ur-Nammu’nun Urukagina’dan sonra dünyada ilk yasa koyucu kral olduğu belirtilmişse de tarihçiler günün birinde arkeologların Urukagina’dan da çok daha eskilere dayanan tabletler bulacaklarına kuşkusuz bakmaktadırlar. Ancak Urukagina, nedeni bilinmeyen bir şekilde tarihte yine ilk kanun koyucu bir kral olarak belirtilmesine rağmen adı hep izole edilmiştir. Günümüzde de yasaları kötüye kullanan hükümetler, bir boşluk bırakarak irticanın güçlenmesine bilerek yol açarlar. Yönetim istenileni halka veremediği durumlarda, cemaatler hortlar. İrili ufaklı cemaatler daha sonra birleşerek bir tehlike işareti şeklinde ortaya çıkarlar. Mustafa Kemal Atatürk mutlaka Sümer krallarının reformcu girişimlerini öğrenmiş olmalıdır ki din ve devlet işlerini birbirinden ayıran “laiklik” sistemine sıcak bakmış ve ülkenin geleceğindeki siyasal biçimini bu yolla denge içinde tutmasını başarmıştır.

Ana-ittuşu Kanunları

Urukagına ve Ur-nammu’nun kanunlarından başka sözcük karşılığı “vadesi gelene kadar” şeklinde betimlenen “Ana-İttuşu Kanunları”nın da döneme yeni bir hukuksal yaşam biçimi getirdiği söylenmektedir. Ana-ittuşu kanunu, Asurbanipal’ın kütüphanesinin kalıntıları arasında onbir tablet şeklinde bulunmuştur. Tabletlerin iki dilde yazılmış olması ve özellikle “Asur-Sümer” dillerine yer verilmesi eğitim amaçlı değerlendirilmiş olabileceği ifade ediliyor. Tabletlerde çeşitli yasaların belirtilmesiyle “Ana-İttuşu” adının geçmesi, bu kanuna ad olarak kullanılmıştır. Ana-İttuşu kanunlarının kim tarafından ve ne zaman çıkarıldığı bilinmiyor. Araştırmacılar bu kanunun bazı maddelerinin Ur-Nammu kanunlarına benzerliğini göz önünde tutarak İ.Ö. 2060-1960 tarihleri arasında hüküm sürmüş III Ur Hanedanı döneminde yazılmış olabileceğini ileri sürerler.

“İsin Hanedan” kralı Lipit-İştar Kanunları

Urukagina, Ur-nammu ve Ana İttuşu kanunlarından başka kanun koyucu bir kişi olarak belirtilen Lipit-İştar, Sümerlerde birinci İsin hanedanlığında hüküm sürmüş olan bir kraldır. İşma-Dagan’ın oğludur. İ.Ö. 1934-1924 tarihleri arasında hüküm sürmüş olabileceği tahmin ediliyor. (Bazı kaynaklarda Kanun tarihi İ.Ö.1870 gösterilmektedir!) Yapılan arkeolojik araştırmalarda kralın kendi adıyla hazırlattığı yasanın yer aldığı kil tabletler bulunarak koruma altına alınırlar. Tabletlerin bulunmasıyla ilgili kazı 1947 yılında yapılmıştır. Bulunan tabletler yazıtbilimci Alberth Goetze tarafından kopyalanırlar. Lipit-İştar, krallığı döneminde yeni bir yasa metni hazırlayarak tanrıları olan “An ile Enlil” tarafından desteklendiğini belirtir. Yasa tabletlerinde yüksek ahlaksal tavırlar görülmektedir. Yaptığı çalışmalarla halk tarafından “Sümer ve Akad” krallığı ünvanını alır. Hükümdarlık döneminde İsin kentinin güneydoğu tarafında Gungunum adında son derece asi bir adamın ortaya çıktığı belirtiliyor. Daha sonra da Ur’un denetiminin onun eline geçtiği ifade edilir. Lıpıt-İştar ile ilgili bazı tarihsel ifadelerde kanunların daha önceki dönemlerde egemenlik sürdürmüş kralların bilgilerinden yola çıkarak hazırlattığı belirtilmektedir.

Eşnunna Kanunları

Dicle nehrine katılan büyük kollardan biri Diyala nehridir. Bu nehrin doğu yakasında Babil’in de kuzeyinde Eşnunna (Tell Asmar) adlı bir kent bulunmaktaydı. Sümerler döneminde önemli kentlerden biriydi. Bu kenti elde etmek için daha sonra Babil krallığına egemen olan Hammurabi çok uğraştı. İ.Ö.1785 yılında Uruk ve Isin kentlerini kuşatan Hammurabi, bölgedeki egemenlik çözümünü barıştan yana uygulamak ister. Asur, Mari, Larsa, Eşnunna kent devletleriyle barış antlaşmaları yapar. Ancak İ.Ö. 1763 yılında bu tavrını değiştiren kral Hammurabi, Babil’in karşısında güç birliği yapıp bir araya gelen Subatrum, Gutium, Malgium, Eşnunna kent devletlerine saldırır ve onları yenilgiye uğratır. Sümerler, Babiller ve daha sonraki tarihlerde ise Asurlar bu kentte egemenlik sürdürdüler. Eşnunna kentinin yanında bulunan Şadupum’de (Tell Harmal) yapılan arkeolojik kazılarda hangi krala ait olduğu belirlenemeyen yasa tabletleri bulunur. Bu yasa tabletlerinin Lipit-İştar kanunlarından çok daha sonraları çıkarılmış olacağı tartışılmaktadır. Kesin olmamakla birlikte İ.Ö.1930 şeklinde tarihlenen Eşnunna adı verilen kanunlar, Sümer kanunlarına benzemektedir. Çünkü yasa içindeki cezalar Sümer yasaları gibi parasal yöndeki cezalandırılmalardır. Sümer kanunlarından ilham alınarak hazırlanan bu kanunlarla ilgili “öndeyiş” (prolog) ve sonuç (epilog) kısımları kazılar sırasında ele geçirilmemiştir. Ceza hukuku, medeni hukuk, borçlar ve veraset kanunları sıradan gelişigüzel yapılmıştır. Bu yasanın 61 maddeden oluştuğu belirtilir. Bu kanunlarda da eski Sümer kanunlarında olduğu gibi “özgürler, köleler ve muşkenular” şeklinde üç bölümden meydana gelmiştir. Bu kanunlarda da öncekiler gibi günümüz hukuk yasalarına benzer şekilde mağdur olan korunmaktaydı. Görüleceği gibi Hammurabi kanunlarında da böyle maddelerin çoğunlukta olduğu görülmektedir.

Babil kralı Hammurabi

Gungunum’un Ur kentinin denetimini eline geçirmesinden sonraki bir dönemde bölgenin bir başka tarafında egemenlik tartışmaları başlamış ve Babil’de krallığı ele geçiren Hammurabi adından biri ortaya çıkmıştır. Hammurabi’nin, İ.Ö. 1728-1686 tarihleri arasında hüküm sürmüş olabileceği tahmin ediliyor. (Bazı kaynaklarda ise İ.Ö. 1792-1750 tarihleri arasında hüküm sürmüş olduğu ve kanunları ortaya çıkardığı tarih ise İ.Ö.1763 şeklinde gösterilmektedir.) Amorit soyunun Babil’de büyümesini sağlayan Sumu-abum’dan sonra gelen kralların arasında en reformcu ve yasa koyucu bir kral olarak Babil kentinde hükümdarlık yaptı. 43 yıl hükümdarlık yaptığı sıralarda Babil küçük bir kent olarak belirtilmektedir. Egemenliğini Anadolu ve İran’a kadar yaydı. Tanrı Marduk’un oğlu şeklinde kendini yazıtlarda yüceltir. Onun döneminde Amoritler çoğu kentlere sahip olur. Civarda oturan diğer kent devletleri de birbirlerini işgal etmek için planlar hazırlar. Bu kentler Mari, Larsa, Eşnuna ve Dicle kıyısındaki Asur kentleriydi. Hammurabi bile bu kentlere sahip olmak için güçlenmek istiyordu. Yapılan incelemelerde tabletlerin çözülmesiyle onun diğer kralların ötesinde bir kimliğinin ortaya çıktığı ve Babil tarihinde ilk yasaları hazırlayan bir kral olduğu saptanmıştı. Kendi adına hazırlattığı ve yasalarını belirttiği “yazılıtaşı” Paris Louvre Müzesinde koruma altındadır. Bu yazılı taşta kendini dünyanın en büyük kralı olarak görüyor ve Urukagina ile Ur-nammu’nun da belirttiği gibi tanrıların zayıfları ezenlere karşı onu görevlendirdiği şeklinde yazdırarak, güneş tanrısıyla eş tutardı. Lagaş kent kralı Urukagina, Ur kent kralı Ur-nammu’nun egemenlik dönemlerinde çıkardığı yasalardan sonra Babil kralı Hammurabi’nin yasalarının ortaya çıkması bu kanunlardan bir şekilde yararlanmasına bağlanmaktadır. Çünkü Lagaş kent kralı Urukagina ile Ur kent kralı Ur-nammu krallık tahtına geçer geçmez yasalarını yürürlüğe sokarlar. Ancak Hammurabi Babil’de kral olduktan sonra önce sınırlarını genişletmek, büyümek ve dünyanın en büyük kralı olma ünvanına sahip olma hırsından sonra yasa tabletlerini hazırlatır. Hazırladığı Kanunlar, Sümerlerin insanlık tarihine örnek olabilecek ilk kanun metni olduğu şeklinde ifadeler var. 1901-1902 yılları arasında Fransız arkeologlar ve bilim gurubuna başkanlık eden V.Scheil tarafından yapılan kazılarda Hammurabi kanunlarıyla ilgili tabletler ortaya çıkarılır. Yazıtbilimciler tarafından “Hammurabi kanunları” olarak adlandırılan tabletler, Susa tapınağının yıkıntıları arasında bulunarak Laouvre Müzesinde koruma altına alınmışlardı. Kanun metninde özellikle ön plana çıkan maddeler ise “…Adaletin yerine getirilmesi için işlenen suçlar (1-5), Mülke karşı işlenen suçlar (6-25), Arazi ve ev (26-60-4), Ticaret ve alış veriş (107-126), Evlilik-aile mülkiyeti (127-194), Taaruz ve kısas (195-214), Meslek adamlarına ait suçlar (215-240), Fiatlar ve ücretler (241-277), Köle hakları (278-282)…” şeklindedir. Beatrice Andre-Salvını, ”Babil” adlı eserinde Hammurabi Kanunlarıyla ilgili “…Ele alınan tüm konular hayatın bütün alanlarını kapsayan bölümler halinde ayrılmıştır: Yalancı şahitlik, hırsızlık, krallık mülklerinin yönetimi, tarımsal hayatın düzenlenmesi, yerleşim birimlerinin konumu ve bakımı ya da ticaret. Aileye uzun bir bölüm ayrılmıştır. Meslek icraatlarını, maaşları ve çalışanların çalışma koşullarını denetleme yöntemleriyle borca karşılık sayılan ya da savaş esiri olan köleleri ele alan bölümlerden önce darp ve yaralamalarla ilgili cezalar geliyor. Üç sınıfa ayrılmış olan Babil halkını anlamak için bu kannuname eşi bulunmaz bir kaynaktır. Özgür insanlar (Awilu), aşağı tabaka (Muskenu) ve köleler (wardu) statüleri farklıydı ama hükümdar “güçlünün zayıfı ezmesi”ne temelinde bir endişe taşıyordu. Bir metnin giriş bölümünde, kral, herkesin bu dikmetaşı okuma ve okutturma olanağının olmasını ve böylece aydınlanabilmesini arzulayan adil hükümdar rolünde yüceltiliyor. Hammurabi haleflerine kendisinin aldığı kararlara uyarak ülkede düzeni sağlamalarını tesviye ediyor…” şeklinde önemli bir açıklamada bulunur. Ancak Beatrice Andre-Salvini “Babil” adlı kitabında nedense diğer kanun koyucu kralların ortaya koydukları ilkeleri görmezden gelmiş gibi bir tavır sergilemesi öncelikle Hammurabi adının dünya genelinde daha çok duyulması ve bir anlamda da adının kitabın satışında etkili olacağı düşüncesiyle yorumladığı görülür. Bazı belgelerde Hammurabi’nin darbe yoluyla krallığı ele geçirmesinden sonra, kendisinden önceki kralların çıkardığı yasa tabletlerinin içeriğine bir şekilde ulaşıp, kendi adına yeni bir yasa çıkartmış olabileceğini ileri sürerler. Tabletlerin içeriğinden yararlandığı krallar ise Ur-nammu ile Urukagina’dır. Hatta bazı ifadelerde de Ana-İttuşu, Lipit-iştar ve Eşnunna kanun tabletlerini kırdırdığı şeklinde notlar görülmektedir.

Yasa kronolojisi ve çelişkiler

Kralların kronolojik egemenliklerinden yola çıkıldığında, özellikle Mezopotamya bölgesinde bulunmaları, bölgenin geleneklerini ve belge niteliğindeki kaynaklarını iyi değerlendirmiş kişiler olarak bakmasında özel bir ayrıntı görüyorum. Çünkü o dönemlerde eğitimlerin sınırlı olması tanrısal kültün her şeyin başında geldiği ele alınmıştı. Krallar tanrıların emriyle savaşları başlatıyor, başarılarını da buna bağlıyordu. Bu kültlerin krallık odalarına kadar girmesine de rahipler eşlik ediyordu. Saray içine sızan dinsel kült yerine rahiplerin ticari kaygıları nedeniyle çıkarlarına çözüm getirme önlemi getirilir, daha sonra da çıkarlarını koruma altına almayı garantileyen rahipler bu davranışlarını ideolojik bir konuma getirir. Bir süre sonra da krallığın da rahiplerin sistemine göre yürütülmesi fikri ortaya atılır. Benzer hareketlerin Mısır’da Amon rahiplerinin halka nasıl işkence çektirdiği inkâr edilemez. Hammurabi adının olmadığı bir zaman diliminde egemenlik yapan Urukagina ve Ur-nammu adlı kralların çıkardıkları benzer yasaların tartışmaya açılması gerekmektedir. İlk yasa koyucu krallar olan Urukagina ve Ur-Nammu’ya ait olan tabletlerin ortadan kaldırılması yaklaşık onlardan üçyüz yıl sonra Babil’e kral olan Hammurabi’nin işini kolaylaştıracaktı. Çünkü Hammurabi, Babil kralı olduğu sıralarda eski atalarının hukuksal yönden çıkarmış oldukları tabletlerin varlığından haberdardı. Bir şekilde bu iki kralın yasa maddelerini dönemin katiplerine farklı bir formatla yazdırarak o da yenilikler peşinden koşan bir kral olduğunu göstermiştir. Çünkü bu iki kralın tabletleri savaşlar sırasında imha edilir ve bir şekilde adları da kendisinden sonra bölgenin egemeni olan krallar tarafından izole edilir. Kanıt ortadadır. Umma kralı Lugalzaggazı kıskançlık ve korku sendromu yaşadığı sıralarda Urukagina’nın kentine saldırır, kenti yakar, yıkar yerle bir eder. Urukagina’yı da tahttan indirir. Sonra da onun hazırlattığı yasa tabletlerini bir şekilde imha eder. Ancak halkın dilinden dolaşan yasa bilgileri bir türlü unutulamaz. Ur-Nammu’nun ölümünden sonra Ur kentinin egemenliği Gungunum adlı son derece zalim ve baskıcı birinin eline geçer. Bu da Ur-Nammu’ya ait olan yasa tabletlerini imha eder ve otoritesini daha insafsızca kullanmaya bırakır. Bu iki önemli kanun koyucu kralın ortak sıkıntısı döneminde rahiplerin irticai tarzda örgütlenmeleri olarak gösterilir. Rahipler diğer kent krallıklarıyla birlikte örgütlenerek ayaklanmaya teşvik eder ve bu şekilde kralın kendisi ve çıkardığı yasaları da ortadan kaldırılır. İki kral da özellikle dini kullanarak halktan haksız mal toplayan cemaatlere karşı bir dizi önlem almışlardı. Sonraki dönemlerde Ana-Ituşşu ve Lipit-İştar Kanunlarının bu iki kralın kanunlarına benzetilmesi halkın dilinden dolaşan bilgilere dayanmaktadır. İşte Hammurabi halk arasında dolaşan bilgilere dayanarak yeni yasaları ortaya çıkarır. Bu yasaları ortaya çıkarırken atalarının adlarını da bir şekilde izole eder. Tarihsel belgelerde rastlantı olmaz, belgeler bulunup çözülünce, ortaya yeni bilgiler çıkar. Yeni bilgiler bazı önemli kaynaklarla karşılaştırıldığında benzerlikler de ortaya çıkacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANADOLUDA TARİH ÖNCESİ VE TARİHİ ÇAĞLAR

MANAZAN KAYA YERLEŞİMİ VE KADIN CESEDİ