SUMER - BABİL SANATININ BAZI ÖNEMLI MİTOLOJIK TİPLERİ ÜZERINDE YENI ARKEOLOJİK VE FİLOLOJİK ARAŞTIRMALAR

Aşağıda kısa bir kısmı sunulacak olan bu konu, aynı adlı doktora tezi olarak incelenmiştir. Burada bilhassa önemle üzerinde durduğum mesele, yazılı vesikalarla arkeolojik tipler arasında tam bir ayniyet bulmağa çalışıp, şimdiye kadar ilim âleminde isimsiz kalmış veya yanlış isimlendirilmiş olan tiplerin hüviyet tespitlerini, tahminler üzerine değil, mümkün olduğu kadar sağlam ve değişmeyecek esaslara dayanacak şekilde yapabilmeğe gayret etmek olmuştur.

Yukarıda anlatılan ana çerçeveyi esas tutarak yapmış olduğum bu araştırma aslında 145 sayfa tutmaktadır. Burada önsöz ve girişten sonra asıl metin başlıca üç bölüme ayrılmaktadır:
            I-Moortgat' ın Tanrı - Kral nazariyesinin incelenmesi;
            II-Eski Babil silindir mühürlerinde bulunan bazı önemli mythologique tipler;
            III-Mezopotamya ve civarında Boğa Kültünün sanattaki izleri;
Verilen şu kısa bilgiden de anlaşılacağı üzere, çalışma çok cepheli olarak yürütülmüş ve çeşitli tipler ele alınmıştır. Bu yüzden bunları bir araya toplamak ve hepsini birden gözaltına alarak kısaca anlatabilmek oldukça güçlükler doğuracaktır. Bundan dolayı bu kısa hülâsada esas itibariyle incelemelerimizin yalnız sonuçları verilecek, fakat çalışmamızda karşılaştığımız problemlerle, kullandığımız metot daha etraflı aydınlatılmağa gayret edilecek ve bu alanda şimdiye kadar yapılmış olanlardan da kısaca bahsedilecektir. 

Karşılaştığımız Problemlerle Kullandığımız Metod ve Şimdiye Kadar Yapılanlar:

Ön Asya arkeolojisinde iconographie yani resimlerde tasvir edilen figürlerin teşhisi bugünkü çalışmaların merkezinde bulunmaktadır. Bu alandaki çalışmalar için filoloji ile arkeolojiyi birleştiren metot zaruri olmaktadır. Ayni terkibi metodu Hititoloji sahasında von Brandenstein (Mitteilungen der Vorderas.-aeg. Ges. 42, cilt 2) ile H. G. Güterbock (S'egel aus Boğazköy II. 1942 ve Eti Tanrı Tasvirleri ile Tanrı Adları, Belleten 26, 1945) tatbik etmişlerdir. Bizim sahamızda da bu çeşit müşterek metotlu çalışmanın ilk örneğini biz vermiş oluyoruz.
Yunanlılarda vazo resimleri ne ise, Mezopotamya sanatında da buradaki kavimlerin dini telakkilerinde, mqthologie'lerine en zengin kaynak olma bakımından mühürlerin önemi o derece büyüktür. Burada glyptique ile büyük sanat arasındaki münasebette birbirlerinden ne dereceye kadar müteessir olduklarına girişecek değiliz. Resim nevinden bir tek misal olarak elimize geçen Mari duvar resimleriyle (Syria 18, Lev XIII). sayıları az olmakla beraber terrakotaların, kudurru (hudud taşı) ların ve kabartmaların, tiplerin teşhisinde yine bize yardımları dokunmaktadır. Halbuki sahamızın sanat eserleri arasında mühür nevinden bize binlerce örnek kalmıştır. İşte bu sebepten dolayıdır ki teşhislerimizi bilhassa silindir mühürlere dayanarak yapmak zorunda kaldık. Yazılı vesikalarla sanat eserleri arasında uygunluk bulup incelediğimiz arkeolojik tiplerin adlarını vermeğe çalışırken dini tekâmülü ve tesirlerini nazarı itibara alıp konumuzla ilgili yazılı kaynaklarda geçen bütün kayıtları bilgimiz nispetinde toplamaya çalışıp, hüviyet tespit etmelerimizi ona göre yaptık. 
Evveliyatında Ward (The Seal Cylinders of Western Asia, 1910) gibi bilhassa mühürlerdeki motifleri toplayan ve hattâ onları açıklama bakımından mühür sahasında kitaplarını yazan yazarlar, Weber (Altorientalische Siegelbilder, Der Alte Orient 17-18, 1920) gibi din tarihi problemlerine ve mühürlerin tarih ve coğrafya bakımından sınıflandırılmalarına riayet etmeden, yalnız motiflerin tasnifini yapanlar, Delaporte (Catalogue des cylindres Orientaux etc. du Musee du Louvre, 1920 ve 1923) ve Legrain (The Culture of the Babylonians from their Seals, 1925) gibi tip toplayanlar olmuştur. Delaporte tarihleri tesbit edilen mühürleri toplamış. Legrain ise topladığı tipler üzerinde incelemelerde bulunmuştur.
Van Buren ile bu alandaki çalışmalar yeni bir safhaya girer. Bu bayan arkeoloğun yazılarının özelliği incelediği konuda bütün malzemenin sistemetik bir şekilde toplanmış olarak bulunmasıdır. Aynı zamanda Van Buren malzemeyi kendinden evvelki yazarların yapma imkanı bulamadıkları bir şekilde yeni hafriyatın yardımı ile de tarihi sıraya koymaya muvaffak olmuştur. Yazar tercümesi bulunan metinlere başvurarak, incelediği tiplere, motiflere dini mitolojik (mythologique) anlamlar vermeye de çalışmıştır. Kendisinin eleştirildiği nokta aynen Frankfort'da ki gibi, arkeolojik tiplerin açıklanmasında, başvurduğu filolojik kaynakların zaman itibariyle birbirine uymadığı, devri geçmiş veya gelmemiş metinler yolu ile tefsirlerine teşebbüs ettikleridir.
Frankfort'un (Cylinder Seals, 1929) da eseri yalnız Ön Asya'nın silindir mühürlerini incelemek değil, ayni zamanda bu alanın sanat, din ve bilhassa mitolojisi üzerinde yazılı vesikalara dayanan hükümleri de verdiği iddiasıdır. Metinlerin bulunmadığı eski devirlerin sanat eserlerini, yeni metinlerden geriye doğru hükümler vererek ve bu metinlerin filolojik, tam tercümelerinden ziyade serbest tefsirlerine dayanarak izahlar yapmak ister. Bu suretle metinlerin olmadığı devirler için, yalnız  mühürlere bakarak Sumer-Babil mitolojisi'nin ana hatlarını okumak ister.   
Mühürler vakıa bize bu alanda çok yardım etmektedirler ; fakat yalnız mühürlerden asıl fikirleri öğrenmek zor olup mühürler yolu ile bir kültürü her bakımdan okumak imkanı da yoktur. 
Frankfort'a göre Sumerlerde bereket kültü ağırlık merkezini teşkil etmektedir.. Bu kült aynı zamanda chthonique yani toprağa bağlı bir külttür. Sumer tanrıları toprağa bağlı tanrılardır. Sonradan gelen Samiler ise, Frankfort'a göre (Frankfort, Cylinder Seals, S. 80) bu dini tamamen değiştirip yerine ağırlık merkezini güneş tanrısının teşkil ettiği başka bir din getirmişlerdir. Halbuki gerçeğin böyle olmadığı kanaatindeyiz.  Cemdet-Nasr devri hakkında kesin bir şey söyleyememekle beraber müteakip devir için dinde bir sistemin henüz kurulmadığını söyleyebiliriz. Bu devirde, ay tanrısının  kült merkezi olan Ur'da bir ay sembolü, Uruk'da da İştar' ın bir yıldız sembolü yoktur. Demek ki bu dinler o zaman regional mahiyette idi. Bir Ur veya bir Uruk tanrısı vardı. Ancak ondan sonradır ki yavaş yavaş dinde bir sistem başlamakta ve Sargon devrinde tamamlanıp, ancak geç zamanlardadır ki, tanrı listeleri meydana çıkmaktadır. Bu devirlerde artık bir gök tanrısı ANU, bir dünya tanrısı ENLİL, okyanus ve tatlı sular tanrısı EA, yeraltı ve cehennem sahibesi EREŞKİGAL, ay tanrısı SİN, güneş tanrısı ŞAMAŞ ve bir yıldız (zühre) tanrısı İŞTAR vardır.
Bu saydığımız tanrıların da gruplar meydana getirdiklerini biliyoruz. Mesela Anu, Enlil, Ea bir gurup. Sin, Şamaş, İştar diğer bir grup olurlar. Bunlardan başka diğer bir tanrı grubu da büyük ana tanrı grubudur. Bu gruba listelerde bereket tanrıları da girer. İşte bizim tanrı sisteminden anladığımız mâna budur. Sayıları dört bine yakın olan (Deimel, Pantheon ile Schneider, Götternamen von Ur'a göre) bu tanrıları tanımak içln adeta bir lügat lazımdır. Fakat bunların çoğu ancak bir isimden ibaret kalmıştır. Kültte yerleri yoktur. Kilit yerleri olanlar arasında da bazı çeşitli tipler aramak lazımdır. Bunlar esasta ayni olsalar bile mahalli adları ayrıdır. Fakat bu fazlalığa rağmen, tanrılar, sayısı belli tiplere irca edilmişlerdir. Fakat mühürlerde bu yüzlerce tanrının ancak tahminen yirmi beşi, konu olmuştur. Bu yirmi beş tanrı tipini de tâli gruplara ayırabiliriz. Şimdi şu soru hatıra gelebilir. Acaba mühür kazıcıları hangi konuları ve tipleri seçmişlerdir? Cevap olarak şu kadarını söyleyelim ki seçilen konular, mitoloji (mythologie) ve edebiyattaki önemlerinin büyüklüğüne göre alınmamıştır. Mesela muhakkak ki, mitolojide büyük bir rol oynamış olan ay tanrısı Sin, mühür kazıcılarına konu olmamıştır. Yine mesela Eski Babil devrinde Hammurabi zamanında Tiamat efsanesi, ağırlık merkezini teşkil eder. Halbuki mühürlerde bunun hiç bir izine rast gelinmez. Demek oluyor ki mühürlerde mitolojinin ancak bir kısmını görüyoruz.
Sargon devrinde büyük sanatkarlardan birinin seçtiği birkaç konuyu, diğerleri yüzyıllarca taklit etmişlerdir. Burada büyük ve küçük sanatkâr meselesine dokunmuş oluyoruz. Gelenekle devam eden arkeolojik bir motifle, büyük sanatkarın ilham zenginliği sebebiyle yaptığı bir varyasyon (Frankfort, Cylinder Seals, Lev. XIXa olduğu gibi) küçük sanatkarın mitolojideki bilgisizliği dolayısıyla yaptığı motif değişikliği arasında büyük bir fark gözetmek icabeder. Mesela Louvre; A. 145 veya Ward, Seal Cylinders, Fig. 245'de güneş tanrısının elinde mutad testere sembolü yerine bir gürz görülmesi gibi. Gördüklerimize mana vermeye çalışırken dikkat edeceğimiz bir çok noktalardan biri de tip ile muayyen bir fert arasında keskin bir fark gözetmektir. Mesela avcı, çoban ve ilah... gibi belli meslek gruplarını, âletlerinden ve silahlarından bugünkü kullandıklarımıza benzerlik var oldukça, kolayca tanıyabiliriz. Bunlar fert değil tiplerdir. Bunları tanımakta güçlük çekilmez. Halbuki hakkında hiçbir şey okumadığımız herhangi arkeolojik bir figürü Şamaş veya İştar veya Ninurta diye nasıl tanıyacağız? Figürlerimize her zaman yüzde yüz katiyetle isim veremiyoruz. Fakat ancak mitolojiyi iyi bilmekle kesin hüviyet tespitleri veya bir tipe bahis mevzuu olabilecek namzetleri teklif edebiliriz. 
Sanat eserlerini anlamağa çalıştığımız insanların yazılı vesikalarından faydalanırken, zaman mefhumuna gerekli önemi vermeyi ihmal etmemeliyiz. Dikkat edilecek diğer bir nokta resimlerde insanlarla tanrılar arasındaki farkı bilmektir. Bu farkı tespit ettikten sonra, tanrı olarak kabul ettiğimiz figürün hangi tanrı olduğunu tanımaktır. Acaba muayyen bir tanrıyı belirtmek için ne gibi vasıtalara baş vurulmuştur?
İlk hatıra gelen şey tanrı ismini resminin yanına yazmaktır. Eski Yunanlılarda ve Etilerde olduğu gibi, bu basit usule Mezopotamya sanatında pek seyrek baş vurulur. Kudurrular da ancak tanrı sembolleri bahis mevzuu olduğu için sembolün kime ait olduğunu belirten yazı nadiren, diğer sanat eserlerinde ise hemen hemen hiç görülmez. Tanrıyı belirtmek için diğer vasıtalar kıyafet ve alâmetlerdir. Bunun için de filolojik bilgiye muhtacız. Bilhassa figürlerin elinde ve beraberinde olan sembollerle, bağımsız olarak bulunan semboller birbirinden ayırt edilmelidir. Dikkate değer bir nokta da tanrıların her devirde aynı sembolü taşımış olmamalarıdır. Başka bir cihet de zaman zaman yeni tanrıların ortaya çıkması ve eskilerin iktidar mevkiinden düşmesidir. Sembol ve figürlerin tekâmülünde, bu noktalar göz önünde tutulup ilk zamanlarda hangi tanrıların mevcut olduğu hangilerinin kaybolduğu ve hangilerinin sonradan geldiği araştırılmalıdır. 
Hangi tanrılar hangi sembolleri ne zaman taşımışlardır? Mesela savaş tanrısı İştar'ı ilk zamanlarda (Akkad devrinde) omuzlarındaki gürzlerden yada elindeki hurma kozalakları ile  (Frankfort, Cylinder Seals, Lev. XIX a) görüyoruz. Fakat çok geçmeden bu kadın tanrı, elindeki bu alâmetleri bırakır ve bunların yerine iki arslan başlı bir gürz taşımağa başlar.
Kahraman tanrı tiplerinden olan mesela tanrı Ningirsu ise çeşitli devirlerde çeşitli hüviyetler ve çeşitli alâmetler taşımıştır. Ningirsu Gudea devrinde tamamen bir Ninurtadır ve Ninurta gibi tasvir edilir. Fakat ne Gudea devrine ne de III. Ur devrine ait Ninurtaya arkeolojide rast geliyoruz. Bu tanrı hakkındaki bilgimizi Eski Babil devri ile müteakip devirlerin kanonik metinlerinden edinmekteyiz. Muahhar devirlerin Ninurta tasviri, Gudea devri Ningirsu tasvirine müsavidir. Binaenaleyh Gudea devri Ninurtasının ayni devir Ningirsu tasviriyle ayni olması çok rnuhtemeldir. Ninurtanın bütün sembolleri Ningirsuya geçmiştir. (Landsberger, Fauna s. 91). III. Ur devrinde. Ningirsuyu gürzler ve aslanlar ile görüyoruz. Eski Babil devrinde Ninurtayı resimlerinde elinde yedi başlı gürzü (udbanuilla) ile görüyoruz. Halbuki Ningirsu artık bu devirde, bilhassa kesinlikle Kaslar devrinde, kahraman bir tanrı değil bir ziraat tanrısıdır. Sembolü bir sabandır. Ninurta ise Codex Hammurabi'ye ve Tallqvist'in "Götterepitheta" adlı eserinde topladığı kayıtlara göre, hala bir kahraman tanrıdır. Halbuki Akkad devrinde ne Ninurta ne de Ningirsu saban sembolünü taşır. Demek oluyor ki geç devirlere doğru gidildikçe, Ninurta kahramanlık vasıflarını korumakta Ningirsu ise kaybetmektedir. Fakat saban sembolünün tarihini misal olarak alacak olursak görürüz ki Gudea devrinde ve ihtimal ki ondan evvelki Akkad devrinde, bu sembolün Ningirsu ile ilgisi yoktur. (Ayni devirde bile tanrıların ayni sıfatı olmadığını bize Gudea devrindeki bereket suları akıtan Ningirsuda gösterir.)
Saban halbuki bir zamanlar tanrı Enlil'e de sembol olmuştur. Bu mukaddes sabana (giş. apin) III. Ur devrinde Enlil mâbedinde ibadet edildiğini biliyoruz. (Landsberger, Der Kultische Kalender, s. 28 ha şiye 15). Bütün bu söylediklerimizi nazarı itibara alıp Akkad devri mühürlerinde saban sembolü ile birlikte görülen tanrıya mesela ne isim vermek icabetmektedir? Acaba Ningirsu saban sembolünü ilk defa ne zaman eline almıştır? Yine mesela fırtına tanrısı Adad'ı bazen bir aslan üzerinde bazen bir ejder üzerinde, ekseriya da boğa üzerinde görüyoruz. Bütün bunları nasıl izah edeceğiz?
Tanrılardan ayrı olarak daha başka arkeolojik figürler de vardır: Mesela sözde Gilgameş ve Enkidu gibi kahramanlar, bizon-adam gibi melez varlıklar, tanrı düşmanları, demonlar ve sihir figürleri gibi. Bu çalışmamızda yazılı vesikalardan faydalanarak kusarikku, apsasu, pazuzu, apkallu gibi bulduğumuz adları bu tiplerden bazılarına vermeği denedik. Mühürlerde gördüğümüz her motifi yazılı vesikalar, din tarihi ve mitoloji yoluyla açıklayamıyoruz. Şunu daima hatırda tutmalıyız ki, taklit parçalardan sarfı nazar, mühür kazıcılarının hepsi devirlerinin birer mitoloji bilgini, hepsi de hataya düşmeyen büyük sanatkarlar değillerdi. Bu eserlerle sanatkarın bilgisizliğini, ihmalini ve bazen müşterinin keyfine uyma zorunu da hesaba katmak lazımdır.
Bir çok nadide sanat eserleri yanında, daha müşterisi olmadan, icabında satılmak üzere hazırlanmış seri üretim mühürlere de rast geliyoruz. Hatta o derecede ki bazen başka bir sanat devrine ait olan bir mühür senelerce sonra tekrar kullanılıyor ve yeni zamana, yeni sahibe uyarak, eski üsluptaki sahnelerin yanına yepyeni bir motifin de ilave edildiğini görüyoruz (Moortgat, Rollsiegel, Fig. 506).
Mühür yüzündeki yazılara yani legende'lara gelince: Eski Babil devrinin tahminen ortalarında mühür sahibinin adına, bir "warad il ..."  yani, filan tanrının kölesi, ibaresini ilave etmek adet olmuştur. Bu âdetle hemen çağdaş olarak mühür sahibinin adının yazılmadığı mühürlerde, bir veya iki tanrı adı ilave etmek âdeti de çıkmıştır. Bu iki tarz yazı yazmanın (warad il ... ile Şamaş Aja gibi) gayesi kolayca anlaşılmaktadır. Mühürlerin amulet karakteri taşımış olmasından, mühür sahibi, mühründe koruyucu tanrısının adının bulunmasını istiyordu. Prensip itibariyle mühür üzerindeki tanrı resmiyle tanrı adının uyması lazımdır. Halbuki bazen uymadığı görülmektedir. Bu sebepten dolayı hüviyet tespitlerimizde mühür yazılarından faydalanmaktan müstağni kalamazdık. Filhakika bu uygunsuzluğun başlıca sebebi, yazı yerinin açık bırakılıp icabında doldurulması veyahut da, kullanılmış bir mührün, yazısının silinip, bu yere yeni sahibe göre yeni yazının yazılmasından dolayıdır. Bu mühür Ugende'lerinden faydalanıp faydalanmayacağımızı tespit etmek için, evvela ünlü tanrıların sonra da nadir tanrıların misallerini inceleyip, ekseriya uyduğunu gördük. Halbuki şimdiye kadar yapılan tanrı hüviyetleri tespitinde, yazı ile resmin uymadığı yanlış misaller alınmış ve bunlar tefsirler için kullanılmıştır. Bizim yaptığımız istatistik ise; her ne kadar bu bahiste tanrı - kral nazariyesinin incelenmesinde olduğu gibi, bütün malzemenin istatistiği yapılmamışsa da neticede, mühür yazılarının, tanrıların tespitinde, tek vasıta olarak değil, fakat ilave vasıta olarak kullanılabileceğini açıklamıştır.
Biz bu çalışmamızda, yukarıda dokunduğumuz bütün sorulara cevap verdiğimiz iddiasından uzağız. Yalnız anlatmak istediğimiz metodumuzla, ithaf mühürleri üzerinde bir istatistik yaparak, Moortgat' ın tanrı-kral nazariyesini tenkit edip, tanrı ile kral resimlerini ayırd edip, Eski Babil devrinin bazı önemli arkeolojik tiplerini inceledikten sonra, Mezopotamya ve civarında, Boğa Kültü'nün sanattaki izlerini ve bu münasebetle genel olarak boğa kültünü incelemeye çalıştık.

Moortgat'ın Tanrı-Kral Nazariyesinin İncelenmesi: 
III. Ur Hanedanı mühürlerinin tebcil sahnelerinde Gudea takkeli oturan şahsa tanrılaşmış kral adını verip, bundan arkelojik tip olarak bir "tanrı-kral" tipi çıkaran Moortgat'ın nazariyesini bu bahiste tenkit etmeğe çalıştık. Moortgat'ın nazariyesinin (Moortgat, Vorderasiatische Rollsiegel, S 28 v. d.) ana noktası, III. Ur devri mühürlerinde tann-kralın tasvir edilip edilmemesinden ziyade, bundan geç devirlerde yaşayan arkeolojik bir tipin çıkarılıp çıkarılamayacağı meselesidir. Tanrı-kral fikri Naramsin ile başlamış, bilhassa III. Ur devrinde bütün parlaklığıyla, devrin bütün manevi hayatını dolduracak şekilde gelişmiş ve hattâ Rim-in'e kadar o kadar parlak olmamakla beraber yine yaşamağa devam etmiştir. Moortgat bu fikrin ölümünden sonra da yani Hammurabi'den sonra da tanrı-kral fikrinin arkeolojik bir tip olarak yaşamakta olduğu iddiasındadır. 
Moortgat'ın iddiasında haklı olup olmadığını meydana çıkarmak için, incelemelerimizden aldığımız neticeleri şu aşağıdaki soruları cevaplandıracak şekilde derleyip toplayalım:
            1- III. Ur devri mühürlerinde kral ile tanrı tasvirleri arasında bir fark gözetilmiş midir?
            2- Kral tasvirinde, tanrılığı ifade edilmiş midir?
            3- Varlığı ispat edildiği taktirde, tanrı-kral tipi geç devirlerde yaşamış mıdır?
            4- Geç devirlere arkeolojik bir tanrı-kral tipi intikal etmişse, tanrı-kral fikri de beraber geçmiş midir?
Bütün bu sorulara cevap verebilmek için tanrı tasvirlerini Akad devrinden itibaren inceledik. Bu devrin yalnız ithaflı mühürlerinin, III. Ur devrinin ise tam bir istatistiğini yaptık. Aldığımız kafi neticeler şunlardır:
1- Krala ithaf edilen mühürlerin ekserisinde; Gudea takkeli şahıs tasvir edildiğinden, Moortgat'ın ve diğer bilginlerin bu şahsa kral ismi vermekte haklı olduklarını kabul etmek lazımdır. Bununla, Gudea Takke'sinin, hiç bir zaman krallık tacı olduğu söylenmek istenmez. III. Ur devrinden evvel ve sonraki devirlerde kral olmayan kimselerde de bu serpuş görülmektedir. Yalnız bu devirde krala bu serpuşu vermek adettir.
2- Tasvirlerde tanrı karakterinin bariz bir şekilde belirtilmediği kanaatindeyiz. Çünkü aksi halde kralın başına, Gudea Takkesi gibi, bilhassa III. Ur'dan evvel ve sonraki zamanlarda abidin de başında görülen sade bir serpuş giydirilmez, boynuzlu taç giydirilirdi. Yalnız umumiyetle tanrı tebcil sahnelerine benzer şekilde analogie yoluyla krala, takdim edici bir uluhiyet vasıtasıyla tebcil yapıldığından, kompozisyon delâletiyle, ve bazen de üzerinde tanrı elbisesinin bulunmasıyla kralın tanrı mertebesine çıkarıldığı ifade olunmak istenmiştir. 
3 ve  4- Moortgat yalnız III. Ur devrinde tanrı-krallar görmekle iktifa etmez, tanrı-kralların çoktan ortadan kalktığı bir devirde yani Eski Babil devrinin sonlarında da, bu tipin mevcut olduğunu iddia eder. Halbuki geç devirlerde, ne arkeolojik bir tanrı-kral tipi ne de tanrı-kral fikri yaşamaktadır. Eski Babil devri tiplerini izah ettiğimiz bahislerde, Ninurta (mesela UM XIV, - 239, Louvre A 477) ve Ninşubur (Moortgat, Rollsiegel, Fig. 387) adını verdiğimiz tiplere, başlarında Gudea Takkesi bulunduğu için, muharip "Tanrı-Kral" ismini vermek ister ki bu fikri kolayca reddedilebilir. Bu suretle Moortgat' ın tanrı-kral tipini Eski Babil devri mühürlerinin izahında kullanamayız.     
           
Eski Babil Devri Silindir Mühürlerinde Görülen Bazı Önemli Mitolojik Tipler:
Bu bahiste Eski Babil devrinin bazı tanrı tiplerinin teşhisi ele alınmaktadır. Tanrılar bir çok defalar silah ve buna benzer aletlerle karakterize edildiğinden, çivi yazısı kaynakları yardımıyla, kült silahları ile sanatta görülen silah tiplerini müsavi kılmağı istedik. Bu bahsin başlıca verimi, İştar'ın yüzlerce defa görülen kült silahının şun. tabba adlı oluşu ve şar. ur ile şar. gaz adlı silahların arkeolojik tespitidir. Bundan sonra tanrı teşhislerine girişilmiştir.           
            a- Şimdiye kadar doğru teşhis olunun tanrı tipleri:
            1- Güneş tanrısı ŞAMAŞ,
            2- Fırtına tanrısı ADAD,
            3- Muharip İŞTAR,
            4- Okyanus ve tatlı sular ve tarım EA.
Daha evvel doğru olarak tanınmış olan bu tanrı tipleri hakkında, kronoloji (chronologie) için kullanılabilecek önemli teferruat ilave etmeğe muvaffak olduğumuz gibi, edebiyatın mühürlerdeki tasvirlere uyduğunu tespit ettik.
            b- Yeni teşhisler:
            1- NİNURTA
            2- NİNSİANNA
            3- MARTU (AMURRU)
            4- NERGAL
            5- NİNŞUBUR ( İLABRAT)
Bu yeni teşhislerimizi mühür legende'larının (bak sahife 18'e) kıymetlendirilmesi ve mitolojiden (mythologi) elde ettiğimiz çıkarımlar ile yapabildik. Dikkatli bir istatistikle, yukarıda söylediğimiz gibi, mühür legende'larının tartışma konusu olan tiplerin hüviyetlerinin tespitinde,  kullanılabileceği, bu bahsin başlıca verimlerinden biridir. Bunlarda Eski Babil devrinin bütün önemli tipleri (Çıplak Tanrıça müstesna; mühürlerde kendisine hiç bir zaman tapılmadığı için, büyük tanrı guruplarından ziyade "çıplak bacaklı oğlan", "sular akıtan Gilgameş", sınıfına aittir) tespit edilmiş oluyor. Yalnız bu devrin baş tanrısı olan Marduk için de ayrı bir bahis ayrılabilirdi. Bunu yapmamışız, yalnız, bazı bilginlerin orak kılıçlı tanrı tipine yanlış olarak Marduk adını verdikleri zaman hakiki Marduk gösterilmiş ve bu tanrıdan bu kadar bahsetmekle iktifa etmişiz.

Mezopotamya ve Civarında Boğa Kültünün Sanattaki İzleri:
Din tarihinde fevkalade önemi olan bu konu, Halil Demircioğlu'nun (Der Gott auf dem Stief, 1937) bu konunun mühim bir kısmını ele almasından dolayı, yalnız L. Malten (Der Stier im Kult und mythischen Bild, yahrbuch des Deutschen Arch. Inst. XLIII, 1928, S. 90-139) tarafından daha etraflı bir synthse içinde tam olarak incelenmiştir. Malten'in malzeme toplayışı evvela eksik sonra da ikinci derecede kaynaklardandır. Biz bu geniş meseleler kompleksini, yani Boğa Kültünü;
            A-Sumer-Babil Panteonunda boğa tanrılar,
            B-Tanrı sembolü olarak boğa,
            C-Boğa unvanlı tanrılar,
            D-Boynuzlu taç,
            E-Boğa altarı,
bölümlerinde incelemeye çalıştık. Kaniş'ten Asur'a diğer taraftan Byblos'a kadar uzanan sahanın mühürlerinde görünen Boğa Altarı kısmen mührün yegâne konusu olarak, kısmen de bir tâli tebcil konusu olarak müşahedelerin merkezine alınmalıdır. Buna anthropomorph dinden evvel boğaya tapıldığını gösteren, unvan, boynuz gibi survival olarak izah edilebilecek olan, anthropomorphe dine miras kalmış olan bir çok gelenekleri de katmak lazımdır. Biz bu din tarihi meselelerini hal iddiasında değiliz. Yalnız yapmağa gayret ettiğimiz şey, Sumer-Akkad metinlerinde ve sanat âbidelerinde bulunan malzemeyi toplayıp, gücümüzün yettiği kadar bunları bir tenkitçi tahlilden geçirmek olmuştur. Bu surette metinlerden sanat eserlerine, sanat eserlerinden metinlere geçip ayniyet bulmağa gayret ettik.
Bu bahiste önemli olarak elde etti ğimiz netice şudur: Boğa Kültü, Sumer ülkesinin hiçbir devrinde, hattâ prehistorik devrinde bile, Ön Asya'nın batı memleketlerinde kabul etmemiz lazımgeldiği gibi ağırlık merkezini teşkil etmemiştir. Sümer kültürünün çevresi içinde, diğer hayvan kültleri arasında her ne kadar üstün bir durumda ise de, daima ikinci derecede kalmıştır.


Ankara Ünüversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Sumer Dil ve Edebiyatı Bölümü
Tezi veren: Prof. B. Landsberger

Yazan: Dr. Mebrure OSMAN TOSUN
Sümeroloji Asistanı

A.Ü   D.T C. Fakültesi Dergisi, F.2





Nabonidus
Aralık 2014

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ANADOLUDA TARİH ÖNCESİ VE TARİHİ ÇAĞLAR

İLK HUKUK KANUNLARI

KURAN’DA TUFAN